Sep 28, 2007

Degisim

Blogumu cok ihmal ettim, farkindayim, ama farkinda olmak yeni birseyler yazmaya yetmiyor.
Bu aralar degisim ruzgarlari esiyor cevremde
Ruzgarlar bir duruyor bir firtinaya donuyor

Once bir ara bir Moskova meselemiz vardi, esti esti duruldu
Kizlara bakan bayan degisti, neyseki iyi oldu diyebildigim bir degisim oldu
Sonra bir ucuncu meselemiz vardi, nasil geldigini nasil gittigini bile anlamadim
Arada bir ev degisimi vardi, o da bosa cikti
Simdi is degisimi pesindeyim, sonuclanmadi

Blogumu Facebook la aldatiyorum, ama blogumu kapatmadigima gore degisimden sayilmaz bu

kizlar degisiyor, buyuyor. buyumek hem hoslarina gidiyor, hem korkutuyor
Dicle haftada en az bir gece kaybolma, tek kalma ruyasi goruyor ki bu da buyumek, tek kalmak istememek gibi geliyor
Berfin hep bebek kalmak istedigi icin degisime tumden karsi

Farkettim de bloga yazmayi ozlemisim, ama bilincalti oto sansur olayi beni kasmis,

bi de bazi arkadaslarima, blogumu bilenlere kizmisim

bi ton mail geldi, ay cok guzel yaziyordum da neden artik yazmiyormusum,
ha bunu diyenler blogdan once de, mesajlarin gelmeyince meraklaniyoruz derlerdi, ortak mesaj olsun namina blog actim, eee noldu, interactive olmasi beklenen blog pasivize edildi,

yazmiyom isteeeee

e aslinda ben kimseye yazmiyordum,
ben de bi hosum
hem kendime yaziyorum hem de kendime oto sansur uyguluyorum

kiz ben cok komigim

aferim bana

elime saglik

bankadan ayrilan arkadaslar var, uc gundur kisir, borek, mercimekli kofte yapip goturuyorum, (burada ramazan diye bi si yok), bugun birden durdum ve aaaa dedim, simdi onlarin gidisini kutluyormus gibi oldu, yok ama her seferinde "dedicated to...." diyorum, yani guzel aniyla ayrilsinlar diye

degismeyen seyler var

korkutuyor, yani ben 80 yasina gelsem de degismeyeceginden korktugum seyler
onlari da oldugu gibi kabullenmeli

zor

kabullenmek de
degistirmeye zorlamak da

kadim dostum facebook da da buldu beni,

ben de ona sarki ithaf ettim

iste facebook un guzelligi bu , istemedigin kadar interactive

sarki ne miydi,

simdi dinledigim sarki iste

simdi bunlari yazarken bi ton da soru ve konu var aklimda

gecen gun bir arkadasla konustugumuz bir konu vardi

burada oldugu gibi o anda da konudan konuya atlamisim simdi fark ettim

Arkadasimin iddiasi kadinlarin dun dundur, olay, sorun her ne ise dunde kaldi, bugune bakalim diyemedigiydi, benim iddiam ise bunun cinsiyetle degil de kinci olmakla alakasi olduguydu. Kinci bir erkek de gecmisten kurtulamaz di mi.
baska bir konu da herhangi bir insanin butun isleri ters gitse de mutlu olabilecegiydi. yani bi ton sorun, ters giden isler, istenilmeyen gelismelere ragmen kisi kendini iyi mutlu hissedebilir mi
ben hissedebildigini iddia ettim, o tersini
sonuc
sonuc yok, olmasi da gerekmiyor , dusunce bazinda yasiyoruz

dusunce bazinda yasamak
bak bu da zor

I still want you by my side Just to help me dry the tears that I've cried But I'm sure gonna give you a try 'cause if you want I'll try to love again Baby I'll try to love again but I know The first cut is the deepest

sarki bitti, ne hostu, olsun yasasin replay

Aug 13, 2007

ruyalar unutulmamali

gecen hafta uzun bir aradan sonra yine guzel bir ruya gordum.

ruyalarimin buyuk bir kismi film gibidir. Bazen uyandigimda hala filmin etkisinden kurtulamam. gordugum kisileri tanimam cunku senaryo, oyuncu vs tamamen bir film gibidir. Hatta iki sene once gordugum bir ruya matrix 10 ayarindaydi.

ruyamda kolu sakat bir adam vardi. Vucudu normal, ama sag kolu bir cucenin kolu gibi.
neredeydim, bilmiyorum, daha once hic gitmedigim bir yerdi.
adamin adini bilmiyorum, sormamistim
daha once taniyormusum gibiydi, ama her karsilasmamda kalbim yerinden firlayacak gibi oluyordu
sonra ayrildim ondan, bir otobuse bindim onun bana verdigi bilet ve haritayla
ama yari yoldan geri dondum
o da bana anahtar verdi
yuzler, yerler, zaman, esyalar hic birini hatirlamiyorum
tek hatirladigim cooooook uzun zamandir hissetmedigim bir heyecan,
cok mutlu uyanmistim.

Aug 5, 2007

ask, mesk

Dun gece saat 1 e kadar tv de olurolmaz herseyi seyrettim. Asil bekledigim saat 1 de Katherine Hepburn'lu 1949 yapimi "Adam's Rib" idi.
Siyah beyaz filmleri, 1930-40 larin diyaloglari, masum opusme sahneleri beni cok etkiler. Hepburn de ne guzel, ne karizmatik kadin ama.

Olurolmaz herseyin arasinda Bruce Willis'li Striking Distance'i da var. 1993 yapimi bu film igrenc, hatta igrenc otesi. Bruce bile kamuoyundan ozur dilemis boyle bir film yapildigi icin.
Bruce diyorum, evet, cunku o benim en buyuk platonik asklarimdandi. Mavi Ay dizisini hatirlayan var mi? Turkiye'de bu dizinin gosterildigi yillar benim universitede oldugum zamanlar. Yani aklibasinda birisi olmam gerekirken dizi icin degil de sirf Bruce'u gormek icin dizi saatini sabirsizlikla bekler, gazete dergilerden fotograflarini keser, biriktirirdim. E o zamanlar internet yoktu tabii istedigin an istedigini google da ara bul.

Bruce artik askim degil. yaslandi, Mavi Ay daki dalgaci, zeki, yakisikli adamin yerinde yaslanmis, kendine hic yakismayan action filmlerinde oynamis birisi var. Pulp Fiction daki rol de guzeldi.

Yaslandi diye bir ask biter mi. Imaj devrinde yasadigimiza gore biter, sanirim. Platonikse zaten hic sansi yok.

"her ask yasayan icin ozel, guzel ama baskalarinin asklari gibi siradandir". Bunu ben bir gun bir arkadasima yazdim, ve yazdigim anda bir cok sey cevap buldu. Ve ben o arkadasima omur boyu mutesekkir olacagim. konu konuyu acarken yazilan bu basit cumle bir cok belirsizi ortadan kaldirdi. Sana kocaman tesekkur cancan.

benim gibi mantik abidesinin aski incelemesi komik olabilir, ama ben devam ediyorum. Tezimiz neydi:
1- Ask, aski yasayan icin ne kadar ozelse, butun asklarin yaninda siradan kalir
2- Eger ask ozelse hayat boyunca sadece en fazla bir kere yasanir
3- Yani aski hic yasamamis insan da olabilir (yazik)
4- Bir cok kez asik oldugunu sanan insan yanilir. Diger yasananlar yogun sevgi, etkilenme.... vs gibi tanimlanabilir
5- Aski yasayan insanlar mantiklarini kaybetmislerdir, bir gun mantik ortaya ciktiginda iliski sona erer.
6- iliskiyi bitirenlerin artik baskasina asik olma sansi yoktur, bir tane olan hak kullanilmistir

ve bu liste uzar gider

aman pazar sabahi bu kadar yeter aska dair.

ben once spor salonuna gidip haftanin birikmis sinirini atayim, sonra havuza gidip gunes enerjisiyle endorfinimi arttirayim.

yalnizlik tercih degil mecburiyetse kotu bir sey. kizlarimi ozledim. 8 gun oldu.

Aug 4, 2007

the secret

Son zamanlarda okudugum kitaplardan birisi The secret di. ingilizcesini okumadim, cevirisi cok kotu. zaten kitabin ozeti de 1 sayfayi gecmez. Cok anlamli degil. Pozitif dusunce, kuantum teorisi vs ile bagdastirmislar biraz.
Uygulamada zahmetsiz, masrafsiz bir yontem. Ama inanmak icin gercekten ama gercekten caresiz olmak gerekiyor.

Hadi bakalim, ben de istiyorum, (neler istedigim bana kalmis)

ya istediklerim baskalarinin hayatini etkiliyorsa, ve o baskalari benim istedigimi istemiyorsa nolcak.

Evreni bu gibi celiskilerle mesgul etmek dogru mu. Evren buyuk islerle ugrassin, aclik, savas, vs vs, biz de mantikli seyler isteyelim.

Turkiyede en cok satilanlar listesindeymis, ama ben cenevrede rastlamadim o kitaba.
aaa, ben Harry Potter'i alacaktim, hay allah, isten vakit bulup da gidemedim ki.... olmadi hic olmadi.

Konuya geri donersek,
kitabi okurken mevlana'nin sozlerini hatirladim,

Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünür gülistan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun.

isin temeli bu, the secret maddiyata baglamis, mevlana ruhani

keske paranin olmadigi bir zamanda yasasaydim,
kisisel para hesaplari beni bunaltiyor, igrendiriyor,
ha isim finans, ayri, benim icin o sayilar, hesap, matematik,

ama yine de evrenden isteyebileceginizi isteyin, madem evren bu kadar zengin ve kuvvetli,

isteyenin bir yuzu, vermeyen zenci....

Aug 1, 2007

zararlilar

Her tatil donusu tatil uzerine bircok geyik doner. Kacinilmazdir. Kim nerelere gitti, neler yapti, daha once digerleri gitti mi, yoksa sonra gidecek mi....

Is arkadaslarimdan birisi de iki sene once Efes-Selcuk-Kusadasi-Izmir-Istanbul yapmis. Turk bayanlarinin ortalama olculerine gore daha zayif, daha uzun, daha sarisin olan bu bayan bir daha Turkiye'ye gitmeyi dusunmuyor maalesef.

hakvermiyor degilim icin icin. gezip gormek, tatil yapmak icin aylarca calisip, para biriktirenler cesitli etobur ve otoburlarin saldirilarina ugramalari sonucu oflayip puflayip kacarak uzaklasiyorlar.

Etoburlar: Bu erkek turleri kendilerine uygun sandiklari avlarini yakalamak için oldukca banal tuzaklar kurarlar. Oncelikle avin hangi ulkeden geldiklerini tahmin ederek sirinlikler yaparlar. almanca, ingilizce, fransizca, ispanyolca..... bildikleri butun kelimeleri siralarlar. av gayriihtiyoari tebessum etmisse ... oy oy oy.... etobur biraz daha ileriye gidiyor; avini nefes alamayacagi sekilde sariyor. Avin en küçük bir şansı bile yok, en ucuzundan telefon numarasi ya da email adresini vererek kurtuluyor. Etoburlar adlarindan anlasilacagi uzere et pesindedirler. Avlarinin adi, sani, ne oldugu aslinda hic onemli degildir. Yine de tercihleri yabancilardir. Kazara bir Turk'u yabanci sandilarsa "afedersin abla" gibi anlamsiz kelimeler gevelerler.
Etoburlar kas ve kalkan iklimine cok uyum gosteremiyorlar. Gecen yilki tatilimde kadim dostumla gozlemledigimiz kusadasinda bol miktarda olduklari. Kusadasi etoburlari digerlerinden ayirtedilmis olmak icin siyah ustune sari parlak yazili "Gigolo Latino 500$" tshirtleriyle 100 metre oteden taniniyorlar.

Otoburlar: Etoburlara gore daha zararsizdirlar. Parayla beslenirler. Otoburlarin gozleri ve kulaklari oldukca hassastir, alanina giren avi salise farkiyla hissederler ve atmaca gibi atlarlar. Etoburlardan farkli olduklari bir yon de fiziksel temasa aninda gecmeleridir. Amaclari et degil de para oldugu icin dokunmakta hic sakinca gormezler, avin kolundan tuttuklari gibi dukkanlarina goturur, birseyler yedirir icirirler, avin gozlerinin icine baka baka indirim yaptiklarini soyleyip degerinin en az yirmi katina satmaya calisirlar. Otoburlar icin avin disi, erkek, tek, cift olmasi onemli degildir. av avdir, baska bir detayla ilgilenmez.

turlerinin tukenecegi gunu umutla bekliyorum

Jul 31, 2007

Tatilcinin seyir defteri- 3

Kendi adima konusmam gerekirse tatil bitti, ama kizlar hala Antalya'dalar. Anneanneleriyle mutlu, mesut, beni hic ozlemeden egleniyorlar. Antalya havaalaninda beni birakip gittiklerinde (ki aslinda ben onlari birakmis oluyorum) kalbim bir balon gibi sisti, sisti, patlayamadigi icin gogsumde kabardi kaldi. Ah evet, ben hic duygusal degilim, ama anne kimligimin onune gecemiyorum.
Ev onlarsiz sessiz, bombos. Bir de koca yok. O da Istanbulda. Ben niye buradayim peki. Devlet dairesi mantiginda olan bankada calisinca iki haftadan fazla izin kullanilamiyor da ondan, yoksa kisisel tercihim degil.
Calismaya baslayinca tatilin butun yan etkileri kayboldu. Pazartesi gunu isil isil gozlerle uyanmistim ondan onceki iki gece ikiser saat uyumus olsam da. Kendimi gayet genc, guzel, super, canli, dinamik hissediyordum. Ama ikinci gunun aksaminda ne tenimde, ne gozlerimde canlilik kaldi. Bir kac gune kalmaz toparlarim sanirim. Tatilin baska bir yan etkisi de bilumum ev islerini unutmus olmak. 15 gun yemek pisirmemek ve simdi de yalniz olmak mutfagin yolunu unutmama neden oldu.
Aslinda ben biten tatilin son gunlerini yazacaktim, konu dagildi.



Kalkan izlenimlerimi daha once yazmistim, o sayfayi kapattim. Kalkan donusunu Elmali yolundan yaptik. Gombeye sapip Ucarsu ya kadar yuruduk. Kizlarla oldukca uzun ve yorucu bir yuruyus olmasina ragmen Ucarsu'nun kaynagini ve Yesilgol'u gorduk. Orayi bilenler bizim zalim anne babalar oldugumuzu dusunebilir, ama bu onemli degil. Onemli olan onlarin da zor sartlarda gezmeyi ogrenmeleri:)

Antalya'da bir kisim lise arkadaslarimla bulustum. 88'den beri gormedigim arkadaslar. Cok keyifli gecen bir geceyi sabaha karsi dort civari yat limaninda kapattik.

Bir sonraki geceyi ise Beyoglunda.

Pazar sabahi Cenevre'deydim. Yanlis gun. Evde makarna harici yiyecek hicbirsey yokken marketlerin kapali oldugu gun gelinmemeli.

kerbelada yasiyorum sanki. Is cok, oglenleri alisveris yapamiyorum, isten gec cikinca marketler kapali, yarin 1 agustos, milli bayram, yine kapali.

Mecburen rejim yapiyorum.


ben hic ac gozlu degilimdir ama tatilin yetmemis oldugunu farkettim. Akdenizin mavisini visne likorunun ferahligiyla seyretmek istiyorum. Cok sey mi istiyorum....






Jul 24, 2007

Tatilcinin seyir defteri-2

Hala Kalkandayiz.
Fidanka evleri Kalkanin az birsey disinda. Araba olmazsa plaja inmek bile cocuklarla zor olabilirdi. Denize gitmek yerine havuzu tercih edenler icin de iyi haber havuzun her zaman tertemiz olmasi.
Evlerin dizayni, balkonlarin keyifli koltuk ve divani, evler arasi yollarin renk renk cicekler, bitkilerle bezenmesi, terastaki restoranin manzarasi dikkat cekiyor.
Sahipleri sempatik insanlar, ince hesap pesinde degiller, kendileri burada yasamaktan nasil keyif aliyorsa kalanlarin da en az o kadar keyif alacagi sekilde sempatik bir atmosfer yaratmislar.
Cuneyt eski bir Finansbankci, Evrim de kimya muhendisi. 8 yil once islerini guclerini birakip Istanbuldan gelmisler.
Ciceklerden, kahvaltidaki muhtesem recellerden ve Fidanka surubundan Evrimin annesi sorumlu. Ben ki senede ya bir ya da iki kere recel yerim, burada her sabah mandalina recelini kahvaltinin olmazsa olmazi yaptim. Fidanka surubu ise visne-votka ve karanfil den olusan bir yasam suyu.

Kalkan tatilinin sonu geldi neredeyse, yarin Antalyaya geciyoruz. Fidankadan, dogadan memnun olmakla beraber bir daha Kalkana gelecegimizi sanmiyorum. Bizim yerimiz Kas, bir kez daha bunu anlamis bulunuyoruz. Fidankayi Kas'a isinlayabilir miyiz.....

Herseyin ingilizlere hitap etmesi bizi rahatsiz etti. Restoranlarda, ozellikle Aubergine ve Giranda'da guzelim malzemelerin ingiliz agiz tadina gore hazirlanacak diye heba edilmesi hayal kirikligina ugratti. Simdi denebilir ki begenmediysen kebapciya git, ama turk olanlarin da guzel bir ortamda kebaptan baska yemekler yemek istemesi anormal mi. Menude yazanlari anlamak icin ingilizce bilmek sart midir. ingilizce bilsen bilsen bile yemegin nasil hazirlandigini sormak kabahat midir, cahil ingilizlere shrimpi prawn olarak yedirsen bile bir turk olarak prawn yaziyorsa prawn getir demek kabalik midir......

Olumlu seyler de var. Uzerine atmaca gibi atilan esnaf yok Kalkanda. Patara ve Kaputasa yakin olmasi da cabasi.

nankorluk yapmayayim, cok guzel bir yer burasi.

tatile devam...

Jul 22, 2007

22.07.2007

Bugunun anlam ve onemi konusunda yazili ve gorsel medyadan duyduklariniza ben ne ekleyebilirim....

dogumgunumun yaninda secimin ne kadar onemi olabilir ki..:)

Jul 19, 2007

Tatilcinin seyir defteri

Gercek tatilin ikinci gunu....
Kalkan
Fidanka (www.fidanka.com), masmavi akdeniz manzarasiyla cok sirin bir otel. Benim gibi tatil koylerinden, yildizli otellerden nefret edenler icin ideal.
Burada ayni anda mutlu ve uzgun olmanin verdigi garip bir ruh halindeyim
Mekandan, zamandan mutluyum
ama Dicle hasta
Istanbulda Cenevreden kalan aliskanlikla musluktan su icmis. Sonuc: bagirsaklarina yerlesen yaratiklar. amip.
iki gunde iki kilo kaybetti. Bugun biraz daha canli. Buraya gelmeden hayalini kurduklarinin daha hicbirini yapamadi. Bir cocuk hastayken bile de bu kadar uyumlu, anlayisli olabilir mi...
Iki gundur zamaninin cogunu tuvalette geciriyor, ben de onunla beraber. Ne kadar ellerimi dezenfekte ediyor olsam da benim de karnim agrimaya basladi.
sicaktan nefes alamiyor olsam da, kemiklerimin haslandigini hissetsem de akdenizde olmaktan mutluyum.
Berfin in guzel bir projesi var, cenevredeki evimizi buraya yapistirmak.
bunu gerceklestirmenin bir yolu olmali...

Jul 12, 2007

Leonidas, Yel degimenleri, Mantar, Kek, Kanal...

Cumartesi gunu, yani su cok unlu 07.07.2007 tarihinde ayni anda iki yerde birden olmayi cok istiyordum ama heroes karakterlerinden olmadigim icin tercih yapmak durumunda kaldim.
Cenevrede 07.07.1977 tarihinde dogmus arkadasimin 30 yas dogumgunu partisi vardi. Ceyhun'un partisine katilmayi cok istedigim halde oyumu Sophia'dan yana kullanip Hollandaya gittim. Kocami da partide beni en iyi sekilde temsil etmekle gorevlendirerek dolayli olarak katilmis oldum. Kocam partide ustlendigi gorevi okadar iyi bir gorev bilinciyle yerine getirmis ki en cok eglenen ve eglendiren adam olmus. sanirim bundan sonra benden once onu davet edecekler partilere.
Kisa bir Hollanda ziyaretinin hikayesi su: Bruno Sophia'ya evliliklerinin 12.5 uncu yili munasebetiyle surpriz parti hazirlamisti. 12.5 yil bakir yiliymis, 25. yil gumus, 50 de altin.
Cuma gunu Amsterdam'a oradan da trenle Den Haag a gectim . Tren istasyonundan ciktigim anda senelerdir cevabini hatirlayamadigim soru cevaplanmis oldu. Ben neden Hollandayi sevmiyorum.
Yaklasik 10 yil once Hollandaya gitmistim Alper'i ziyarete. Ama o kadar nefret etmistim ki, Alper isteyken "Cok uzgunum, ama ben artik dayanamiyorum, Paris'e gidiyorum, haftaya gelirim" notunu yazip ilk buldugum trenle kacmistim oradan.
Den Haag tren istasyonundan ciktigim anda yuzume carpan igrenc sert ve soguk ruzgarla cevabi hatirlamis oldum. O ruzgar beni aptala cevirdigi icin, yedigimden, ictigimden, gezdigimden hicbirsey anlamadigim icin ruzgara olan kizginligimi yeniden yasadim.
Parti surpriz oldugu icin cumartesi gunu saat 6 da Maduramdaki randevuya kadar kimselere haber vermeden gezdim sehirde. Ama ruzgar beni delirttigi icin yarim saatte bir magazalara girip ciktim. Kendime engel olamadigimi farkettigim anda mesaj gonderdim "Kocacim ne olur bana dur de. Shopping. SOS." aldigim cevap:"devam". Beni kim tutabilir artik.Giderken yari dolu olan valizim patlama sinirinda geri dondu. Markalarin cogunu hatirlamiyorum cunku Dutch ca kelimeleri ogrenememe gibi bir ozrum var. Hatirladiklarimdan birisi La Ligna. Vitrinin klasik oldugunu dusunmustum, ama iceride buldugum modeller guzeldi.
Maduradam (Minyatur Hollanda) daki bulusma cok keyifliydi. Muhtemelen bir daha hic gormeyecegim insanlarla tanistim. Aslinda Martha ve Stephane la gorusebiliriz. Vevey de yasiyorlar.
Pazar sabahi da ekibin bir kismi kaldigim otele geldi ve beraber kahvalti yaptik.
Sophia ile mail ler haricinde yillardir gorusmemis olsak da sanki daha gecenlerde ayrilmisiz gibiydi. 11 yildan sonra ikimizde gozyaslariyla birbirimize sarildik, o anda arkadan Bruno'nun sesi geliyordu "Bunu bile bile niye sizi bir araya getirdim ki.."
Onlarla Shell de calistigim senelerde Diyarbakirda tanistik. Sonra yollarimiz ayrildi. Arnavutluk, Haiti, Cin, Endonezya derken artik Londrada yasayacaklar.
Cok guzel bir haftasonuydu, ama yine de onlarla Londra ya da Cenevrede bulusmayi tercih ederim.

Aslinda benim simdi valiz hazirlamam gerekiyor.

Istanbul Istanbuuuuuuuul
Aslinda bu sefer Istanbul cok kisa olacak. Iki gececik. Sonra Antalya, veeeeeeeeeeeeee Kalkan.
Kemiklerim haslanana kadar guneste kalmak,
Patlayana kadar deniz borulcesi yemek,
Gunlerce denizi seyretmek, dalgalarin sesini dinlemek...

cok sey mi istiyorum

Jul 4, 2007

artik kizmiyorum

Bugunku spam mesajlar;

No worries
Eat less, lose more
For couples
Final notification mail
About last night
Don't blame others
Do influence
Heat me up
Pass the exam

Bu spam mesajlari yaratanlar beni ne kadar eglendirdiklerinin farkindalar mi

Jul 3, 2007

1+1+1= - 1

"Yağmur, bir çeşit yağıştır. Diğer yağış türleri içinde kar, sulusepken, dolu ve çiğ vardır. Yağmur bulutlardan Dünya'nın yüzeyine ayrı su damlalarının düşmesi ile oluşur. Tüm yağmur damlaları yüzeye ulaşmaz, bazıları düşme esnasında kuru havadan geçerken buharlaşır. Sıcak ve kuru çöl bölgelerinde virga olarak adlandırılan bir olay vardır, bu olay hiçbir yağmur damlasının yüzeye ulaşmaması durumunda oluşur. Bilimadamlarının yağmurun oluşumu ve yağışı ile ilgili açıklamaları Bergeron Süreci olarak adlandırılır. Ayrıca yazın bazı günlerde bulut olduğu halde yağmur yağmamasının sebebi havanın yeterince soğuk olmamasıdır. Yapay yağmurlar ise havanın bulutlu olduğu günlerde bulutlara gümüş iyodür bulutu sıkılarak yağdırılır. Havada bulut olmazsa asla yapay yağmur yağdırılamaz. "

"Temmuz, Gregoryen Takvimi'ne göre yılın 7. ayı olup 31 gün çeker.
Eski Türkçe'de "tamu-z" "çok sıcak, cehennem" sözcüğünden, Sümerce/Sumarca/Sümmerce/Suomerce bereket tanrısının bir adı olan "dummuzzi" sözcüğünden gelme Süryanca/Süryanice "temmuz" sözcüğü aynen Türkçeye geçmiştir. Türkçe'de bu aya "Orak ayı" ya da "Ot ayı" denir. Gregoryen takviminde bu aya, Roma İmparatoru Julius Sezar'a ithafen July adı verilmiştir. Daha önceleri, Mart ayından başlayan Roma takviminde beşinci ay olduğu için Latince Quintilis olarak adlandırılmıştır.
İrlanda takviminde Temmuz, Iúil olarak adlandırılmıştır ve yaz mevsiminin üçüncü ve son ayıdır."

"Sıcak, romantik ve kendine has bazı özellikleri ile çatı katı, iyi tasarlanmadığında ciddi sorunlar yaşatacak bir alan olarak düşünülmelidir."

Yagmuru severim
Temmuz ayini severim (dogumgunumu unutmayin olurmu)
Cati katinda yasamak cok hos

ama temmuz ayinda durmaksizin yagan yagmurun catiya dusme sesi beni delirtecek

Jun 27, 2007

yazmak ya da yazmamak, iste butun mesele bu...

Iki gun daha dokunmasam su bloga tam bir ay ara vermis olacakmisim, ama olmadi, yaziyorum iste.
belki de yazmamali, belki de kapasite bu kadarmis diyip kapatmali
yani olamaz mi, konular bitmis tukenmis olamaz mi

ah iste galiba neden yazmadigimin ana nedeni bu....

yazacak cok konu var, insanlar, dusunceler, gelecek, gelmeyecek, muzik, kitap, tatil, havalar, sular, gercekler, yalanlar......... liste uzar gider.

kapasite bu kadarmis desem bile uzayan giden listeden uyduruk konular da secip yazabilirdim, ama o zaman da oylesine yazmis olacaktim. oylesine yazmayacagim konulara da otosansur uygulayip (bakiniz statutu endisesi) iki kelime icin yazmaya degmez diyecektim, aslinda ben bilincli demeyecektim, bilincaltim oyle buyuracakti.

Son bir ayda neler yaptigimi dusundum, ve nasil oldugunu anlamadigim sekilde hatirlayamadim.
demek ki cok onemli seyler olmamis, olmus da ben mi onemsememisim, onemsemisim de mesgul zihin arka plana mi atmis...

Bir kac tane
-yakin sehir gezisi
-yeni cd
-hayal kirikligi
-yeni ayakkabi
-guzel haber
-yeni film
-belirsiz konunun belirsizliginin devam etmesi
-yeni canta
-yeni tanisilan insan
-guzel sohbet
-yeni kiyafet
-eski filmin yeniden seyredilmesi
-yeni dizi
-yeni kitap
.................

benim denge ayarim mi bozuldu ne, yazdiklarimi okudum pek bi karamsar geldi, oysa ki cok da neseliyim, nesemi gereksiz polemikler bile bozamiyor, yanlis anlasilmalar da, anlayamamalar da...

neseli muzigimi dinleyip neseli neseli uyumaya gideyim en iyisi

yoksa kadim dostumun dedigi gibi aksi birisi mi oldum...

amaaaaan olursam olayim...

uyumali.....

May 29, 2007

gelinciklerin yarini olmazmis

Dün hava o kadar soguk ve yagmurluydu ki hic evden cikasim yoktu. Ama kocam illa da bir yere götürecekmis beni. Peki, hadi gidelim dedim. Dün resmi tatil oldugu icin heryer kapaliydi, ama o kadar mayismistim ki nereye gittigimi soracak kadar bile enerjim yoktu.



Aslinda cumartesi günü kesfetmis orayi. Kizlarin binicilik dersine gittigi yerin yakinlarinda bir yer. Gördügü anda benim bir anim gelmis aklina.
















Hesaplamalarimin sonucunda 5-6 yaslarindayken diyebilecegim bir bahar mevsiminde geciyor olay. Demek ki abim de 8-9 yaslarinda. O zamanlar yasadigimiz evin yakinlarinda bir gelincik tarlasi vardi. Abimle annemize gelincik toplamaya gitmistik. Ama yol düsündügümüzden daha uzun olmaliymis ki eve döndügümüzde annem panik icinde bizi aramaktan yorgun düsmüs ama benim anlayamadigim bir paradoksla bizi görünce mutlu olmayi abime kizarak göstermisti. Ben ise yürürken her adimda bir kirmizisi dusen gelinciklerin elimde kalan sade yesil saplarini anneme nasil versem düsüncesiyle o kadar mesguldum ki fikrin benden ciktigini söylemeyi bile akil edememistim.






Benim bir de 4 yasindayken mahallenin baloncusunun pesine takilip da kaybolmam, kayboldugumu fark ettigimde bir camiye girip, annem Sevim, babam Omer, onlari bulur musunuz demem ve camiden yapilan anonstan sonra annemin beni gelip alma hikayesi var ki baloncu gecerken birileri muhakkak kolumdan, elimden tutar alip basimi gitmeyeyim diye.
Olayda bir benden hizli yürüyen baloncu, ve bir de terbiye kurallarina bagli kalip baloncuya yuksek sesle bagirmadan ona yetismeye calisan ben var. Hata kimde söyleyin bakalim.



Ek: aldigim bir mail'e cevap: gelincik resmi bozulmamis ben onu oraya bozup koydum. Hani gecmisten bir ani ya, ona gonderme flu flu. of bi de her seyi aciklama durumunda kalmasam. Saruman kimdir? kim degildir?

May 25, 2007

25 Mayis'in anlam ve önemi

10 yil once bugün....

bari evlenelim olup kendimize büyük bir parti yapmistik.

hayatimda unutamayacagim anlar
*gelinligin icinde kendimi kiyafet balosunda hissederken salona girdigimiz anda dört yüz elli davetlinin cogunlugunu olusturan arkadaslarimizin tezahuratlarinin coskusundan saskina dönen akrabalar
*rahmetli kayinpederimin mutluluk dolu bakislarini hafizasina kazircasina üstümüzde sabitlemesi (ben de seni hic unutmuyorum)
*parti sonrasi saat sabah 4, elimde sigara, agriyan ciplak ayaklarim ve parti boyunca hic oturmadigim icin oradan oraya sürünmekten grilesen gelinlikle sinir icinde arabalardan birinde unutulan bavulumu ciraganin lobisinde turlayarak beklemem
*bavulu getiren abilerimin "hadi iskembeciye" teklifine gayet asabi bicimde "ne iskembecisi,aaaaaaa, bu gece evlenmis oldugumu unuttunuz mu, rahat biraksanizaaa" dememle abilerimin "ne dedik simdi"yle olayin hala farkinda olmamalari
*Ciragandan ayrilirken bindigimiz taksinin soförünün "ooooo simdi hangi lüks semte gidicez" bakislarinin o zamanlar hala insaat halinde oldugu icin camur icindeki siteye girdigimizde hayal kirikligina dönüsmesi

liste uzun...

ex-Shell gurubuna

Sophia ve Bruno Banda Aceh'den Londra'ya tasiniyor. Sabahin ilk maili bu kadar mi güzel olur. Londra ne ki, üc adimlik yol. 11 yil sonra tekrar onlari görebilme ihtimali bile neseme nese katti.

laylaylaylaylaaaaaaaa laylaylaylaylaaaaaaaaaaaaa

May 24, 2007

Keyser Söze

Bu hafta tv de Ben Stiller haftasi ilan edilmis olmali. There's something About Mary, Along Came Polly ve Meet the Parents dan sonra bu aksam da Meet the Fockers. Ekrana bakip bos bir gülümsemeyle bakip beynimi hic ama hic calistirmadan zaman gecirmek neseli oluyor.
Hafif filmleri hafif yemekle desteklemek lazim, peynir-karpuz, mis mis.
The Usual Suspects de tekrar seyredilmeli.
Keske Kevin Spacey haftasi olsaydi.

May 23, 2007

à Paris


Bir süredir yazmayisimin bircok nedeni olabilirdi ama sadece iki nedencik var. Birincisi icimden yazmak gelmedi ve hatta blogu kapatmayi da düsündüm, bunun da nedeni vardir tabii ama ben konuyu saptirmak istemiyorum. Ikinci neden ise uzun bir haftasonu tatili yapmis olmamiz. Bu sefer arabaya atlayip en cok sevdigim ikinci sehir Parise gittik. Parise ilk gittigimde 25 yasindaydim. Sonuncuda ise 36. Ara seferleri saymiyorum, herseyin ilki ozeldir ya, ben de sonuncu geziyi ilkiyle kiyasladim. Paris hep güzel, hep büyülü... Ya da ben cok sevdigim icin cirkin taraflarini görmüyorum.

11 yildaki en belirgin fark güvenlikciler ve dilencilerin sayisi. Bu iki gurup her an heryerde olabilirler. Dilenciler ellerinde bir kagit parcasi yanasiyorlar "do you speak english", kagitta ise "I am from Bosnia....". Turistik yerlerde yogunlasmislar dogal olarak. Her ne kadar turist turist dolasmayi sevmesek de bu sefer kizlara rehberlik yaptik. Onlar da yürüme ve metroyla gezmede yaslarindan büyük performans sergilediler. Bazi tespitleri yazmadan gecemiyorum:

-Kizlar, özellikle Berfin cok güzel fotolar cekti, bir sanatci tarafindan da onaylanan sanatci yaklasimi var. (övünüyorum iste n'olcak)

-Fransa'nin en ünlü hapishanesi La Conciergerie ve Marie Antoinette'in hikayesi kizlara cok ilginc geldi. Cenevreye döndügümüzde ilk is internetten Marie Antoinette'in resmini bulmak oldu, hücrede Marie Antoinette arkasi dönük durdugu ucun kizlar yüzünü, bir de isledigi sucu merak ediyorlardi.


-Istanbulda Aya Sofya'nin üzerimdeki meditasyon etkisini Paris'te de Sacré Coeur de yasiyorum. Acaba daha önceki yasamlarimdan birinde rahibe falan miydim, arastirmali










-Hernekadar alisveris olayi beni baysa da Virgin Megastore'da gecirdigim saatler cok verimliydi:)

-Alisveris demisken onemli bir mesele aklima geldi; dolasilamayacak kadar yagan yagmurdan kacip bir magazaya girdigimizde sokakta da farkettigim bir sey ciddi boyutlara ulasti.Bayanlara sesleniyorum: Dünya nüfusunda kadinlarin erkeklere oranla fazla olusunu (özellikle yeni nesilde bu oran cok yüksek), ve olan erkeklerin bir kisminin da tercihini hemcinslerinden yana kullandiklarini göz önüne alirsak sevgililerinizin, kocalarinizin degerini bilin derim:). Ozellikle erkek reyonlarindaki musteri danismanlari (bildigimiz tezgahtar yani) hem cok yakisikli hem de gay di. Onlara karsi degilim ama doganin dengesini bozuyorlar iste.

-Yaz modasi bayanlar icin oldukca feminen olsa da sokaktaki bayanlar erkeksi giyinmeyi tercih ediyor. Bunu da anlayamiyorum, ve de ben belki de geri kafaliyim, ama kadin kadinligini erkek erkekligini bilsin derim, baska bir sey demem.

-Kizlara Disneyland sürprizi yaptik ve gelmisken Auberge de Cendrillon da yemegimizi yiyelim, kizlarin hosuna gider prenslerin prenseslerin ortalikta dolasmasi dedik ama, kizlar cool takilip, prenseslerin pesinden diger cocuklar gibi kosturmak yerine, "istiyorlarsa masamiza gelsinler, bizimle fotograf cektirsinler" diyip, prensesler ortaliktan cekilince onlarin tahtinda hertürlü prenses karizmasini yok edici hareketlerde bulununca restoranin fotografcisinin saclari diken diken oldu

-Bir sonraki yasamimda Disneyland karakterlerinden biri olmaya karar verdim. Bütün gün boyunca milleti eglendirip, ortalikta boy göstermek güzel bir sey olmali. Performans degerlendirmeleri kac cocuga imza verildi, kaci sarildi, kaci korktu üzerinden mi oluyor acaba. Ya da, "su Cendrillon var ya, nasil hirsli bilemezsin, hem Prince Charmantla gezip tozuyor hem de Uyuyan Güzelin uyumasini firsat bilip onun prensiyle gizli gizli bulusuyor, kulis yapiyor aklinca" gibi dedikodular oluyor mudur.

-Paris benim gibi romantizm özürlü birisini bile gecici olarak romantik yapabiliyor, özellikle Arc de Triomphe'un tepesinde, tanrim ne güzel bir duygu öyle, gece saatlerce kalabilirim orada, ama mümkün mü. Tam sevgilime sarilmisim, biri kolumdan cekiyor "annneeee cisim geldiiii", öbürü sevgilimin tepesinde "eiffel i yakindan görebilir miyiz babaaa".

-Washington sokagindaki otelde kalip, ilk aksam cin restorantinda, ikinci aksam Léon de Bruxelles de, bir oglen yemegini dönercide yiyince "neredeyim ben" oldum ama yapacak bir sey yok, restoranlari kizlar secti. Iste bunlar benim minik gourmet lerim.








May 11, 2007

BENden degil

Bir arkadasimin arkadasi demis ki;

"Insanlar yasadikça ihtiyarladiklarini sanirlar ama aslinda yasamadiklari zaman ihtiyarlarlar"

May 10, 2007

HAYIRLISI...

Bu aralar bir sürü karar vermek gereken konular söz konusu oldu. Kararimizi da verdik, durumu Allaha havale ettik, bir sürü "hayirlisi olsun" nakaratlari esliginde. Ben de böyle yuvarlak kelimeleri sevmem ama ne zaman. Karar vermeden, harekete gecmeden dendiginde sevmem. Uzerimize düsen görevi yerine getirdigimize göre simdi de sonuclarin, olacaklarin ve olmayacaklarin hakkimizda hayirli olacagini umuyoruz.

önümüzdeki haftalarda gerceklesme ihtimali olan degisiklikleri ailemizi tümden etkiledigi icin cok düsündük, tartistik ve bazi kararlar aldik. Yok öyle kötü seyler gelmesin akliniza, ayrilik gayrilik yok, mutsuzluk yok, nesemiz cok...

Diyecegim o ki, kimileri daha karar bile vermeden "hayirlisi" diyerek sorumlulugu üstlenmez, kimileri de düsünür, kafasindakini uygular ve sonucu üst mercilere havale eder ayni "hayirlisi" kelimesiyle.

Sadece ve sadece beni etkileyen konular olsaydi sanirim gencligimde nasilsam simdi de ayni cesaret ve gözü karalikla kararlar verir, "hayirlisi, mayirlisi bilmem, böyle istiyorum, bedeli ne olursa olsun böyle yasiyorum" derdim. ahh genclik gibisi var mi... gecmise dönüp de baktigimda aldigim ve uyguladigim kararlarin riski de getirisi de yüksekmis gibi bir özet cikarabiliyorum. Iyi bir yatirimci olabilirmisim aslinda. Pismanliklar, keskeler ne kadar uzak kavramlar. Acaba bu acemi sansi mi, bir gün "yasama mesleginde artik profesyonel guruba aitsiniz sansinizin bir kismini almak zorundayiz" denir mi, yoksa hayat bir gün ... bu konu daha sonra degerlendirilmeli.

Bir de isin farkli bir yönü var; Ya hayirlisi diye bir sey yoksa. Zamanin birinde birisinin yazdigi bir mektupta bir kac satirda bir berber bir berbere... ayyyyyyyy dilin kemigi yok ama elin kemigi olduguna göre yazdiklarimi kontrol edebilmeliyim ama bazen edemiyorum, sacmaliyorum. neyse, ben birisinden, daha dogrusu onun bir mektubundan bahsediyordum.
"...ve bazen şunu düşünüyorum...bize yazılan hayat taki rolleri oynuyoruz ...bazen kötü bazen iyi bazende hüznü yaşıyoruz burada .... ruhumuzu bedenimizi terbiye ediyoruz... çoğu zaman yaptıklarımız vede yapacaklarımız aldığımız kararlar tamamen bize ait... onun için kimseyi sorumlu tutmamak lazım...geçmişte bende hatalar yaptım bu şimdi yapmayacağım anlamına gelmez..." "...belki bizde dersler aldık bunlardan...buda yaşandı...sırf yaşadık diyebilmek için..."
(en güzel üc nokta kullanma yarismasina resmi olarak katilmasam da onur ödülü alabilecegimi düsünüyorum)

Bize yazilan rollerle beraber senaryo da daha önceden yazilmis olarak mi sahneye cikiyoruz. Yoksa sadece rollerimiz belli de dogaclama mi yapiyoruz.
Senaryo belliyse hayirlisi diye bir sey yok aslinda, ne yasanacaksa yasanacak
Ya belli degilse, o zaman rolleri mi iyi ogrenmek gerekiyor
...

May 9, 2007

80 günde devr-i alem

Gecenlerde dünya turu söz konusu olunca sanal bir dünya haritasi actim. Konu kafamda dallanip budaklandi en son dostlari ziyarete dayandi.
"Vize" gercegini düsünmeden habersiz kapiyi calip "ben geldiiiiiiiim" diyecegim dostlarimi düsündüm.

Habersiz gideceksem bu turda sadece Türkler olmaliydi. Yabanci dostlarima ziyareti ikinci tura birakiyorum, ne kadar samimi olursak olalim yine de nezaketen haber vermek gerekiyor onlara.
Daha önce bazilarini görmüs olsam da "cat kapi" dünya turumda programa dahil olacak yerleri siraladim; Brunei, Addis Ababa, Banda Aceh, Angola, Misir, Cezayir, Galicia, Barselona, Brüksel, Amsterdam, Helsinki, Londra, Dublin, Moskova, Kazakistan, Shakalin, Osaka, Beijing.... simdi aklima gelmeyenler kusuruma bakmayin olur mu.

Her ne kadar e-mail, msn, gmail, skype dostlugumuzun devam etmesini sagladiysa da aramizda ekran olmadan, gözlerimizin icine bakarak konusmak lazim, sarkilar söylemek, raki bardaklarimizi webcam yerine birbirlerine tokusturmak lazim, zaman icinde olusan ailelerimizi, dogan cocuklarimizi tanistirmak lazim, Mediterraneo geceleri düzenlemek lazim, gülmekten yerlerde sürünmek lazim, sessizligi paylasmak lazim.........

Yola cikmak lazim.............................................................................

May 2, 2007

Cöken program nedeniyle ofiste iki anlamsiz gün gecti. Ve ben yarin is stresi yerine güzel bir gün gecirecegimi düsündügüm icin mutluyum.

hangi valizi alsam
icine neler koysam
sabah taxiyi kacta cagirsam

nes'eli ol ki genc kalasiiiiiiiiin
bu dunyadan da zevk alasiiiiiiiiiin

laylaylaylaaaaaa

May 1, 2007

1 Mayis


08:00 Hava taptaze, serin. insan fresh fresh oluyo
08:20 Rue de Marché müge buketleriyle dolu
08:30 Bankadayim, 1 Mayis'i calisarak kutluyoruz
08:30 program 1 mayisi tatil kabul etmis 2sine atlamis
calisamiyoruz
12:00 Hala calisamiyoruz
Zorunlu bir tatil oldu
Bunun acisi aksama cikacak...

Apr 27, 2007

Gelecek korkusu

Bu aralar pek birsey yazmak istemiyorum. Icim karardi cumhurbaskanligi seciminden. Aslinda secimin kendisinden cok adayin ortaya cikis seklinden, adaydan, mecliste olan bitenden. Okudugum yorumlar da ilginc. Mesela Abdullah Gül'ün ilimli olacagini söyleyenler var. Gül'ün sahsinda degil ama cumhurbaskanligi, basbakanlik ve meclisin cogunluk koltugunun ayni tarafta toplanmasi korkutmuyor mu onlari. 7 yil boyunca bu üclünün neler yapabilecegi düsündürtmuyor mu.

AKP yi desteklemeyenlerin bir kisminin da bu duruma karsi cikmamasi beni sasirtiyor. Gazetelerden okudugum bazi satirlar beynimde yanip sonuyor:
Sezer "Rejim tehlikede" dedi
Büyükanit "Cumhurbaskani Türk Silahli Kuvvetlerinin de baskomutanidir"
Sezer "Cumhurbaskaninin yetkilerini fazla buluyorum"

Bunlar hic mi birsey ifade etmiyor. O zaman Iran darbesini acip okuyun diyorum. 1979 daydi galiba. O zamanlar yedi yasinda oldugum icin hafizamdan degil kaynaklardan yararlandim detaylari hatirlamak icin. Ama detaylar önemli degil.
Onemli olan Humeyni'nin İran'a özgürlük ve adalet sözleriyle gelip demokrasi ve hukuk devleti yerine binlerce idam , seriat düzeni getirmesi. İran mollalarının bağnaz, gaddar ve çağdışı despotizmiyle Iran Cumhuriyeti'nin kurulmasi.

1993-1997 seneleri arasinda Diyarbakir'da calisirken bizleri ne kaldirima oturmus kalasnikoflu korucular, ne de bakkallarda Turkce gazete sattirmayan PKK'lilar korkuturdu. Asil korktugumuz kapali bile sayilabilecek kiyafet giyen bayanlarin koluna, bacagina jilet atan hizbullah üyeleriydi.

Birkac seneye kalmaz döneriz galiba dedigimiz ülkemize artik dönmesek mi diyoruz. Belki korkaklik, belki bencillik, ama cocuklarimizin geleceginden, Turkiye Islam Cumhuriyeti'ni görmeleri ihtimalinden korkuyoruz.

Offffffff........

Apr 23, 2007

Cenevre-Tren-Buzlar Kralicesi-Plath-Kahve-Sigara-Basel

Calismadigim yillarda aliskanlik haline gelen Paris'e tek basima yaptigim tren yolculuklarini özlemistim. Bu aralar öyle bir seyahat hazirligi icindeyken Basel'deki arkadasim cagirdi. Dün sabah kitaplarim ve müzigimle atladim trene.

Tasitlarda kitap okuyabilen, yazi yazabilen sansli insanlardanim. Bazilari varki iki kelimelik sms mesaji yazarken ya da tabelalari okurken mideleri bulanir.
Sansimi sonuna kadar zorlayip uzun yollarda ters tarafa oturmayi da seviyorum. Gidecegim yönü görmektense gectigim yollari görmek bana daha cok keyif veriyor.
Trene binenlerin cogu trenin gidis yönünde yer bulmak icin atak davraninca bana da "ya sundadir ya bunda....." diyerek bir koltuk secme lüksü verildi. Degmeyin keyfime, nasil güzel yerlesmisim, sanirsiniz evimdeyim, kirmizi kanepemde yayilmisim. Müzigi ayarlamisim, kitabimi acmisim, hava günesli, piril piril, sessizlik hakim ortaliga. Karsimda 70 yaslarinda, hos, zarif, ama bakislariyla buz gibi hava yaratan bir bayan oturuyor. Tipik yasli Isvicreli bakislarina sahip olan bayanla iletisim kurma gibi bir derdim yok cok sükür. Aksi olsaydi bu benim icin 2007 senesine damga vuracak bir dert olurdu. Ama sacimdan, basimdan Isvicreli olmadigimin farkinda, kitabimin kapagini görmeye calisiyor kisik gözlerle. Inatlasip kitabi katlayabilirim de, ama tam tersini yapip aramizdaki kücük servis masasinin ortasina koyuyorum. Gözlerinin elimden masaya kayisini ama bu esnada ojemin renginde hafif bir duraklayisini keyifle seyrediyorum. kitabin adinin yarisini anlayip yarisini anlamayisina katkida bulunmak icin kulakliklardan tasan müzigin sesini aciyorum. Gözleri iyice kisiliyor, ve bir süre sonra zorla kapaniyor. Cünkü beni incelediginin farkinda oldugumu fark ediyor.

Ozellikle Türk diyemem ama yabanci düsmani oldugu herhalinden belli olan bayan daha fazla kapali tutamadigi gözlerini soldaki adama dikiyor. Onda fazla zaman kaybetmiyor, nasil olsa Japonlar dünyada genel kabul görmüs insanlar, ne ziyaretci ne de ev sahibi olarak siniflandirilmayan bir millet. Japonun karsisindaki adamda bir süre oyalanan gözlerle beraber zaten ince olan dudaklari bir cizgi halini aliyor. El Pais okuyan orta yasli adam bu cizginin farkinda degil, farkinda olsa da anlamini düsünecek degil. Ne zaman nasil basladigini bilmedigim bir önyargim tekrar ortaya cikiyor; dudaklar inceldikce antipatiklik artar.

Buzlar kralicesi tekrar gözlerini kapatmak ihtiyacinda, ama manzara da güzel. Ve herseyin suclusu benmisim gibi yokolan dudaklariyla bana meydan okuyor. Ben de kadim dostumun sinavi nasil gecmistir merakiyla kralicenin anlamadigi dilden kitap ve müzige bir de konusma ekliyorum. Biletler numarali olmadigi icin kralice yerini degistirip beni ve kendisini huzura kavusturuyor.

Sylvia Plath'in Günceleri'ni okurken seneler önce okudugum Sirca Fanus'u ve "Mad Girl's Love Song" siirini tekrar okumaya karar veriyorum. Plath'in yaklasik 50 yil önce duygularini, düsüncelerini ifade etme cesaretine bir kez daha hayran kaliyorum. (Cesaret, hele ki bir kadinin cesareti, önemli bir sey, bu konuda da yazmak istiyorum). Gecen yarim yüzyilin bazi satirlari eskitememis olmasi ne hos.

-"...Suclamak icin ortada bir hakkin olmadigi ama gene de bir bicimde bir inanc ve güven ufalanmasi oldugu duygusu. Bir insani biricik olmaktan olagan olma durumuna indirerek de olsa, bir ussallastirma, bir hosgörme yolu oldugu duygusu...."
Tesadüftür ki "Perdeler ve Degerler" baslikli yazima dün bir yorum gelmisti. Yeni tanisilanlara bastan on puan ya da sifir vermek, arada degerlendirme yapmak üzerine.
Plath'in 50 yillik düsüncelerini paylasinca geri kafali mi oluyorum.
"Ortada suclamak icin hakkin yok ama inancini kaybediyorsun" bu enteresan bir sey. "Hakkin yok" onemli bir nokta. Ama O insani biriciklikten olaganliga indirerek aklinca ve bencilce Onu yok etmiyorsun. Ama bunun da eski-biricik icin ne büyük bir ceza oldugunu düsünmüyorsun. Bir zamanlar bütün özel haklara sahip olmak ama olaganlastirilinca verilenle yetinmenin gurur kiriciligi, siradan olmak...
Iliski kesilse, tarihe gömülse her iki taraf icin de daha hayirli olacak. Iste bu noktada cesaret giriyor sahneye. Cesaret önemli...

O kadar cok satir var ki bu kitapta anlamini düsüne düsüne okudugum. Ama yine de depresif tarafini unutamiyorum Plath'in. Bu kadar karmasik, hüzünlü mü olunmali. Hele hayattan kendi rizasiyla cekip gitmesi. Benim icin hic kolay degil bunu anlamak. Daha hayatta tadina varilacak bir cok sey varken.... Görülecek yerler, yasanacak iliskiler, güldürecek ve aglatacak olaylar... Acaba mutluluk genetik mi....., degil bence.
Karakter gibi dogarken insana hediye edilen bir özellik mi.....
Belki

Bence Basel Cenevre'den daha güzel bir sehir.
Basel dönüsündeki tren yolculugunu ise bir süredir yazmayi planladigim bir mektup ve uykuyla geciriyorum. Zamansiz uykunun bedeli ise bu saatte hala uyuyamamis olmak, olsun, en azindan beynimdeki kelimelerin bir kismini bosalttigim icin rahatim.
Koyun yerine yildizlari saymali...

Apr 22, 2007

Darisi basiniza...

Dün aksam esimle raki kadehlerimizi keyifle tokustururken cok güzel sohbet ettik. o kadar ki kadim dostuma msn de "derin sohbetteyim" diyerek rekor sayilacak derecede kisa bir cevap yazdim.
Asil hangi konuyla baslamistik hatirlamiyorum, ama en cok üzerinde durdugumuz mutlu, basarili evliliklerin temelinde yatan nedendi. Bu arada 25 Mayista on yillik evli olacagimizi dile getirdigimizde ikimiz birden"vay be o kadar oldu mu" deyiverdik.

Bu sohbeti detaylariyla yazmama gerek yok, bir erkegin gözüyle - ki kadinlar icin de gecerli olmali- mutlu evliliklerin (ben de birliktelikler demek istiyorum evlilikle sinirlandirmamak icin) sirlarini özetlesem yeter
*Birlikte olunan kisiyi degistirmeye calismamak. 3-5 ya da 15 yil sonra eslerden birinin "sen benim evlendigim erkek/kadin degilsin, cok degistin" serzenisi aslinda bu gecen süre icinde birinin öbürünü degistirme basarisinin sonucu. Hem degistirmek icin ya da kendine benzetmek icin elinden geleni yap hem de seneler sonra aynaya baktiginda kendin gibi birisini görünce sikayet et.... tutarsizlik mutsuzluga neden olur
*Birlikte olunan kisiyi farkliliklariyla ve bu farkliliklari yasama özgürlügüyle kabul etmek
i.e. kocam cuma aksamlari desperately desperate housewives seyrediyorken ben de bilgisayarda zaman geciriyorum, no problem
*Kosulsuz güven
*Kosulsuz dürüstlük
*"Sadece yaptiklarin icin degil yapmadiklarin icin de tesekkurler" demek ve bunun neden dendigini anlamak
*Kari-koca olmakla beraber arkadas, dost, sevgili kalabilmek

ve bir kac madde daha var. ama onlari da artik siz kesfedin....

Apr 20, 2007

Gurur

gururun fazlasi kötü bir sey,

biraz kendini begenmislige de giriyor ama narsistlikten farkli
farki
fiyati
ne kadar cok gururlu olunursa o kadar cok alingan olunuyor

vayyyyy, bana ha,
nasil bunu düsünmeye ve/ya yapmaya cesaret edebildi
sorulari gidip geliyor
gelip gidiyor

biraz daha mütevazi olmak lazim
herkes fani
her an hersey olabilir

evren bosluklari doldurur diyorlar
inanmiyorum

bosluklari biz yaratir biz doldururuz
sonra yine biz bosaltiriz

keyif bizim keyfimiz degil mi

Apr 18, 2007

sandiydim...

Genelde sabahlari bulurdum onu, ama bugün yoktu
Bir görünüp bir kaybolmasina alismistim
Nasil olsa cikar dedim ortaya
Günboyu sabirsizlikla bekledim
Oglen oldu, yok, ögleden sonra oldu yok....
Yine ne yaptim da kizdirdim
Tamam, bu sefer gercekten kaybettim
Hic benim olmamasina ragmen kaybetmeyi hissetmek cok acitti
Acidikca öfkelendim, öfkelendikce umudumu kaybettim
Icimde bir bosluk

Tamam bu sefer gercekten kaybettim

Aksam oldu

Aaa bir de ne göreyim yerinde duruyor

Je suis tombé du ciel et je suis fou de joie
La la la la la la... la la la la la la...
La la la la la la... et je suis fou de joie

Apr 17, 2007

X Y Z.... e sonra kimler geliyor?

Gazetede bu yil evlenmek isteyenlerin 07.07.2007 tarihi icin siraya girdikleri yaziyordu. Nedir bu tarih takintisi anlamiyorum. Bir zamanlar 2000 yilinda dogurma takintisi vardi benim cocugum milenyum cocugu olacak diye. Olaylari dogal akisina biraksak, olacak olan dogacak olan kendi rizasiyla olsa. 07.07.1977 tarihinde dogmus bir arkadasim var. Bence bu tarihte dogmus olmanin en büyük avantaji benim gibi balik hafizali birisinin bile dogumgününü unutamamasi. Sevgili Ceyhun sana güzel bir 30 yas dogumgünü yakisir, bu konu üstünde calisalim Ebru gelince.

Baska seyler yazacaktim ama konu konuyu acti, ve baska bir alana gecmek istedi canim; Generation Y. Bu konu da nereden cikti demeyin, evrende hersey birbiriyle alakali. Milenyum cocuklari Y kusaginin alt kümesi de oradan cikti.

Y kusaginin (1978-1997) genel özellikleri nelermis:
-narsisizm yükselen bir değer
-“herşey benimle ilgili” anlayışı
-empati yoksunu, saldırgan ve iletişim kurmakta sorunlu
-hakarete ugradiklarinda ya da tehdit altında olduklarini düşündüklerinde narsisizm yoluyla bir kacis aradiklari
-problemlerini gelen uyaricilari kontrol ederek çözmeye calistiklari ama bunun onlari daha büyük cözümsüzlüklere ittigi
-aşırı lüks düskünlügü
-ün meraki
-kendilerine zarar veren davranislar konusunda bugüne kadarki en israrli kusak
-kendilerini bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kusaklardan daha iyi gördükleri icin calisma koşullarina en zor ayak uyduran kuşak
-sürekli olarak savunmadalar ve kendi baslarina calismayi, baskalariyla calismaya tercih ediyorlar
-sürekli olarak dikkat çekme ve kendi hakkinda düsünme egiliminde olduklari icin,asiri tüketim kültürü ve niteliksiz medya ortamının da katkisiyla, dünyaya olan ilgisizlikleri körükleniyor

Söylenenler bir yerde Ygencliginin bir önceki kusaga oranla depresif oldugunu da acikliyor aslinda. Kendisi haricinde baskalarini kendi mutsuzluk ya da basarisizliginin nedeni olarak görmeleri de mantikli gelmeye basliyor bana.
Gazetelerden, bloglardan, degisik cevrelerden tanidiklarimi, bildiklerimi düsünüyorum. Herkesten, herseyden sikayetle dolu düsünceler, özellikle kendilerinden önceki kusaga elestiriler, gelecegi gözardi etme, bir kisminda yasamadiklari gecmise özlem, maddiyatin ve calisma hayatinin önemli olmadigi ama markalar ve son model teknoloji harikasi aletlerle donanmalari... tutarsizliklarla dolu bir hayat görüsü.

Ylerin begenmedigi X kusagi (1965-1976) ise sikayetle sizlanmayla vakit kaybetmeyen, yeni firsatlari degerlendiren ama ayni zamanda kontrollü yasamaktan da bir türlü vazgecemeyen, hayal kurmaktansa ulasilabilir hedefler icin zaman ve enerji harcayan, kariyer takintili, is hayatini statü ve gelir amaclari dogrultusunda ön planda tutanlardan olusuyor.

Bence Xler ve Ylerin arasindaki en büyük fark özgürlük (istedigini istedigi zamanda istedigi sekilde yapabilme) kavraminda ortaya cikiyor. Xler özgürlüklerini ilan edebilmek icin egitimi ve isi ciddiye alip parayi özgürlügün anahtari olarak kullanirken Yler zaten daha özgür dogup yasadiklari icin anahtara ihtiyaclari oldugunu düsünmüyor. Anahtar olmayinca hedef olmuyor, uzun vadeli planlar yapilmiyor, sahip olunanlarin degeri bilinmiyor.
"Istanbullular" da ki Tijen (24) ne diyordu "...bizden önceki kusagin 'kendi ayaklari üstünde durma cabalari'...". Ah bu cabanin verdigi mutluluk, hele bir de amaca ulasilmissa duyulan haz... Bu hazzi yasamanin ne büyük bir sans oldugunu kabul etmeli Yler.

Bu kadar elestiriden sonra Yleri sevdigimi söyleyeyim bari. Onlari seviyorum cünkü rahat, özgür düsünceli, yaratici, degisime ve degistirmeye aciklar, is-ozel hayat dengesini bulmuslar.

Sirada Z kusagi var, bakalim onlar mutlulugu nasil yasayacaklar...

detaysiz... cok eglendik o kadar...

Paskalya tatilini nasil degerlendirelim derdini dört günde Cenevre-Interlaken-Luzern-Zurih-Appenzeller-Lichtenstein-Cenevre turu yaparak ortadan kaldirdik.

Dört cocuk, alti büyük ve üc arabadan olusan bir güruh halinde her gittigimiz yere ses getirdik. Zaten sessiz sakin olan Isvicre sokaklari ve insanlari bizlerin kahkahalari ve kadeh tokusturmalari sayesinde cok mutlu oldular:)

Her ani cok güzel gecen tatili anlatmak istiyordum ama yasandigi kadar güzel anlatamayacagim icin vazgectim. Tatilin güzel gecmesinin nedenleri arasinda iyi bir planlama, planin herkes tarafindan uyumlu olarak uygulanmasi gibi herkesin aklina gelebilecek nedenlerin yani sira katma deger atraksiyonlari atlamamak gerekir.


Bu fotografin cekildigi anda en öndeki arabadaki arkadasimizin teknolojik destegi sayesinde ayni müzigi dinliyorduk. ama ne müzik, Isvicre Isvicre olali böyle zulüm görmedi.

Teknik detay: Ipod FM vericisine baglanir, bos bir FM kanali bulunur ve bu ortak kanal üzerinden radyo gibi yayin yapilir. Pilot ve co pilotlar elleri disariya sarkitarak yüksek volume müzige eslik eder. Memleket özlemi Batsin Bu Dünya, Bir Kulunu Cok Sevdim, Yalnizim gibi eserlerle giderilir:)

Bu gezide ayrica sarabi, ekmek ve peynir ikilisiyle yemek sonrasi tatli niyetine ilk defa böylesine canim isteyerek, böylesine tadina vararak bulusturdugum bir an oldu. Hayirlara vesile olur insallah....

Apr 14, 2007

Düzgün Türkce

Bir arkadasim Türkceyi cok düzgün kullanmaya calistigimi söyledi. Bilincli olmadigini söyledim ama sonra düsündüm ki %100 bilincsiz de degil.
Televizyonda Türk kanali olmamasina ve kisitli sayida ( ah bi de noktasiz i harfim olsaydi) insanla Türkce konusmalarina ve Türkiye de dogmamis olmalarina ragmen kizlarim kelime bilgisi ve gramer olarak Türkceyi güzel konusuyorlar, tek sorun fransiz aksaniyla olmasi. Bilincimi tebrik ederim.
Atatürk'ü bilmeleri, resimlerinde yeri geldiginde Isvicre degil bizim bayragimizi cizmeleri nedeniyle de bilincimi tebrik ederim.
Tek basima olmuyor tabii... Kocami da tebrik ederim.

Apr 3, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 4

ve Spor Insani Katil Eder:)

Spor salonlarina gitmek icin bir cok neden olabilir
-en masumundan saglikli olmak
-yaz kiyafetlerine hazirlik yapmak
-sevgili bulmak (özellikle geylerin bu nedenden dolayi gittiklerinden eminim)
-enerji fazlasini harcamak
-endorfin salgilamak
-stres atmak... vs vs

Ben de haftada iki aksam gitmeye calisiyorum spor salonuna. Gün boyu birikmis ama kullanilmamis enerjiyi harciyorum, günün uyusuklugunu atiyorum vs vs ama son seferlerde bütün bu faydalari sifirlayacak sekilde cikiyorum salondan. Benim kadar sakin insani da cileden cikartiyorlar ya, diyecek bir sey kalmiyor...

Gecen hafta endorfinimi salgilayip mutlu mutlu sporumu bitirdim, dusumu aldim, sacimi kurutma asamasina gectim. Aksam dokuzda salon kapatiliyor, ve o anda 10 dakika kalmis kapinin kilitlenmesine. Makinanin sesinden ve bir an once isimi bitirme gayretinden giyinme bölümünden gelen kisiyi farketmedim. Yanibasimda asabi bir bayan asabi bir tonlamayla sac fircasini neden kullandigimi soruyor. Yanlis anladim sandim, cünkü elimde sadece ve sadece sac kurutma makinasi var. Ben ona bos bos bakarken o da fircayi gösteriyor. Bu bayan bir metre ötede belli ki unuttugu sac fircasini kullandigimi sanmis. Hasbinallah, yani simdi polemige mi girmeli, aciklamali mi.... Gozlerim 8 derece miyop, o anda ne lens var gözlük. Benim icin ötedeki fircanin salatalik ya da televizyon kumandasindan hic bi farki yok, bir karalti iste. Bu kadar kaba, anlamsiz soru soran birisinin aciklamayi haketmedigine karar veriyorum. Ama bir cevap vermezsem rahat uyku da uyuyamayacagim. Soruya soruyla cevap vermeyi sevmem ama bu sefer soran ben oluyorum o uykusuz kalsin diye.
-Hayatimda hic sac fircasi kullanmamisken ortalikta duran, bitli olup olmadigini bilmedigim fircayi neden kullanayim?
-Toplansa benim sacimin onda biri etmeyecek sacina yeten firca benim bir kullanimimda kirilmaz miydi?

yüzündeki ifade yettigi icin sacimi kurutmaya devam ettim. peki bu öfkemi azaltti mi. hayir.daha kötü bir intikam plani yapmaliyim...

lazer ameliyati olamama nedeni olan ince retina tabakama kiziyorum hep senin yüzünden diye. Bir keresinde de kocam diye elin adamina seslenmistim denizde, ama bu baska hikaye...

Bu aksam da hizlica dus alirken bir bayan omzuma isaret parmagiyla iki kere dokundu. Uzaktan "huuu komsu" dese ya. dokunacak ne gibi bir samimiyet derecemiz olabilir, tanisiyor muyuz. Simdi belirtmem gereken bir detay var. Niye hizlica. Buradaki spor salonlarinda giyinme odalari ve dus bölümü kadin-erkek diye ayrilmis olsa da, bayan bayana kabinsiz ya da paravansiz dus almak da rahatsiz edici. Ben bu duruma cok zor alistim. alistim mi ki. Bi de üstüne birisi gelip de dokununca.... iyyyy....
Bu bayan vücut sampuanini getirmeyi unutmus, benden biraz istedi. ben de bu yakin iletisim bitsin bir an önce diyerek, gözlerim kapali, tabii tabii leyip siseyi uzattim.
bes dakika sonra verirken yarim dolu olan sise tamamen bosaltilmis bi de icine su konulup cogaltilarak kullanilmis olarak tertemiz geri döndü. Ben ne yapayim bos siseyi. Ha bunun da cevabi var ama o anlar mi ki...
Bari bi damlacik ayirsaydin be insafsiz kadin.

Kafkaslardan gelen lezzet...

Evde
Iki cocuk
Bir koca
Dört balik
Dört menekse

simdi de bir tanecik kefir.
hergün özel ilgilenmek gerekiyor bu mikroorganizma kütlesiyle.
ben de sasirdim kiminle ne kadar ilgilenecegime.
mikrosundan makrosuna herseye herkese yetismeli.
hele bi de boylesine faydali bir organizmaysa hakkini vermeli.
hem yazik micro da olsa bir organizma o, yasatmali

Apr 1, 2007

Bak postaci geliyor....

Hayatimda ilk kez bilgisayara dokundugumda 19 yasindaydim sanirim. O gün bugündür bilgisayarin ve sagladigi nimetlerin tutkunuyum ben. Sabahtan aksama bilgisayar karsisinda calissam da usanmak nedir bilmeden aksamdan geceye bilgisayarimi yanimdan ayiramiyorum. Reklama girecek ama ozellikle son kullandigim HP Pavillon dv9000 laptopim sayesinde ne televizyon ne de muzik setinin tusuna basmaz oldum. Simdi bilgisayardan bahsedince interneti anmadan olmaz. Faydalari sonsuz olsa da "internet cikti mertlik bozuldu" diyecegim en azindan iki konu var.

Birincisi gazete, dergi gibi yazili basin. Internetten de bunlari okumak mumkunken gerceginin tadini alamiyorum bir turlu. Sayfalari cevirirken cikan hasir husur sesler, kagit kokusu olmayinca tadi olmuyor. Burada avrupa baskisi Turkce gazete bulmak mumkun olsa da ayni zevki yine alamiyorum ama hadi neyse, bu baska konu. Turkiye ye giden birileri oldugu zaman ozellikle Leman, Penguen ve gazete siparislerim oluyor.

Ikinci konu da mektuplar. Mektup yazmayi ve almayi ne cok severdim. Hala da severim ama sanal mektuplar ayni heyecani yasatmiyor. Postayla gonderilen mektuplarin farkli bir heyecani vardi. Acaba ulasti mi, ulastiysa cevap yazildi mi, yazildiysa bana ulasacak mi. Mektup yazmak da basli basina bir zevkti. Hele sevgiliye yazilanlar, hele sevgiliden gelenler. Zarfi acmadan once kalp carpintisinin dinmesi beklenirdi, sonra ozenle zarf acilirdi, zarfin agirligiyla mutluluk dogru oranda artardi.
Simdi ise e-mail ile gonderilen mesajlar (mektup diyemiyorum kesik kesik cumlelerden olustugu icin) bile yok olmak uzere. Skype, messenger, gtalk gibi programlar iletisimi o kadar farkli bir boyuta tasidi ki artik mesaj yazmak bile usenilecek konu haline geldi.
Ben de butun bu gelismelerin yazma zevkimi öldürmemesi icin actim sanirim bu blogu. Sanirim cünkü baska nedenlerde olmali günlük niteligindeki sayfalarin olusturulmasinda. farkli cevrelerden arkadaslarima bir süre sonra ayni seyleri yazmaktan, copy paste yapip ya da bcc yi isimlerle doldurmaktan utanip blog acayim bari dedim, isteyen okusun, nasil olsa benim yazma oranim her zaman icin cevaplardan cok daha yüksektir.
Herneyse, mektup konusunu dagitmayayim. Isin farkli bir yönü de sanal mektuplarin bir tartisma konusuna son verdigi. Mektup mektubu alanin midir, gönderenin mi. Hayran oldugum Can Dündar'in satirlariyla devam ediyorum.
"...Attilâ İlhan, "Mektup, yazanın değil, alanındır" der.Mektubu alan, -Nâzım'ın sözcükleriyle- "Onlar, tıpkı çocuklarımız gibi, müşterek malımızdır" diyebilir ve bu kararda hak iddia edebilir.
Ve genelde söz hakkını "Onlara kıymama" yönünde kullanır.Neden?* * *Genellemeleri sevmem ama burada kadınlarla erkekler arasındaki bir farklılık ortaya çıkıyor sanıyorum.Erkek "ketum" diye bilinse de -yetişme tarzı itibariyle- teşhircidir. Anlatmayı, göstermeyi, böbürlenmeyi sever. Aşk satırlarını çoğu kez öyle hissettiği için değil, muhatabını etkilemek için yazmış ya da bir yerden kopyalamıştır.Kadın, -duyguları sergilemeyi ayıp sayan yetiştirilme tarzının etkisiyle- mahcuptur. Titizlenir mahremiyetine... Kâğıda döktüğü hislerine yabancı göz değsin istemez. Hele günlükleri... onlar, zaten kendisiyle konuşmalarıdır. Başkasına diyemedikleri, kendine bile itiraf edemedikleri... Belki yarın pişman olacağı satırlar... Bu dertleşme tutanaklarını, değil yayımlamak, en yakınının okumasına bile izin vermez.Piyasada kadın günlük ve mektuplarının erkeklerinkinden az olmasının bir nedeni de bu olsa gerektir.O sayfaların çoğu bir şömine ateşinde kül olmuştur çünkü...* * *Nâzım, Piraye'den ayrılırken "Yaşamımın en güzel sevdasının vesikaları" dediği ve "kimseden gizlenmesine gerek görmediği" 581 adet mektubunu geri istemişti. Piraye yollamamış, onları itinayla saklamış ama yaşarken yayımlanmasına razı olmamıştı. "Ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın" demişti. O öldükten sonra Nâzım'dan ona gelen 581 mektubun tümü yayımlandı.Kendisinin ise sadece birkaç mektubu vardı, Nâzım'a yazdığı yüzlerce mektuptan geri kalan...Bu durum, kadın ve erkeğin sevme biçimleri hakkında da bir fikir veriyor bize..."

Bir arkadasim vardi, yazdigi mektuplarin fotokopisini ceker gönderir, aslini kendine saklardi.
Bu derece abartmasam da ben de mektup gönderenindir diyen taraftayim ama artik bu konuyu tartismak faydasiz. Sanal mektuplar nasil olsa artik gonderende de oluyor alicida da. Isteyen siler, isteyen arsivler.

Mektuplarin yokolmasiyla postacilarin da yaptigi isin zevki azaldi. Buradaki postacimiz faturadan baska bir sey getirmiyor senelerdir.
Antalya'da ki postacimizi hatirladim simdi. Sene 87 ya da 88. Bizim oturdugumuz mahallenin postacisi gazetede haber olmustu. Adam dagitmasi gerektigi mektuplarin bir kismini dagitmaz, evine götürürmüs, kendisine gelmis gibi okurmus. Begendiklerini saklar, begenmediklerinin zarfini yapistirip alicinin posta kutusuna atarmis. O zamanlar mektuplarim düzenli geldigi icin bir taraftan, of ucuz kurtardim diyerek sevinir, bir taraftan da bana gelen mektuplari neden begenmedi diye merak ederdim.

Cuma aksami arkadaslarimizla beraberdik, rakili,sazli sözlü cok keyifli zaman gecirdik. Herbirimizi ayri ayri duygulandiran sarkilar, türküler söyledik. Hatta animsayamadigimizda esimin yegenini aradik canli yayinda bize söylesin diye. benim istek türküm Yavuz Bingöl'den "Kara Tren"di.

Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel yada haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez
Yara bende derman sende
Ya kendin gel yada bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Ben de bu geceki mektubuma son verirken selam eder, sevgilerimi sunarim...

Mar 31, 2007

Berfin 5 yasinda

Bugün bir hafta gecikmeli olarak Berfinimizin dogumgününü kutladik. Program tamamen onun istedigi sekilde uygulandi. Sadece iki arkadasini cagirdi. bu yasta da bu kadar secici olunmaz ama Berfin bu, her sey normal. Arkadaslari gelince onlarla sinemaya gidilecek, sonra evde pasta yenilip müzik dinlenecek.

Onlar sinemaya gitti, ben de evde hazirlik yaptim.

Ilk tespit: Kirmizi balonlar digerlerinden daha zor sisiriliyor. Kullanilan boyanin bir etkisi olmali.









Berfin büyüdügünde palyaco olacakmis. Bu aralar herseyimiz palyacolu









Cocuklar büyüyor biz de cocuklarla beraber büyüyoruz. Cocuk sahibi olmanin en keyifli yanlarindan biri de bu olmali...









Berfin enteresan bir cocuk. simdiki cocuklarin hepsinin bizim cocuklugumuzla kiyaslandiginda enteresan oldugunu kabul ediyorum ama Berfinin daha bir degisik oldugu da bir gercek. Ve bunu benim kizim oldugu icin degil, belki de tipiyle, huyuyla (huysuzlugu demek daha dogru), anlasilamayan yönleriyle bana cok benzedigi icin yaziyorum. Insanin kendisinin kopyasini önünde görmesi cok farkli.
Aslinda karakterinin bana bu kadar benzediginin farkinda degildim gecen haftaki toplantiya kadar. Konustugumuz konu Berfinin sinif atlayip atlamamasiydi. Ben yasindan büyüklerle bir arada olup, zamanindan önce büyümek zorunda kalmasina karsi oldugum icin kabul etmedim. Ogretmen okuldaki Berfini anlattikca gülmekten gözlerimden yas geldi.
Bir aksam yemegi esnasinda lokma bogazimizda kalip ne diyecegimizi bilmez bir halde esimle birbirimize bakmistik. Kendi halinde ama belli ki kafasinda bir seyler gecirerek yemegini yiyordu. Sonra herhangi bir oyuncaktan ya da okulda olan bir seyden bahsedermiscesine "Onemli olan ne biliyormusunuz" dedi ve bu gramer olarak soru olsa da soru sormuyordu cünkü cevabi zaten biliyordu. "Onemli olan yasamak", catal elimde kala kaldim. Bu kelimeler herhangi birisinin agzindan ciksaydi belki cok etkileyici olmazdi, ama daha o zamanlar dört yasindaki bir cocuktan cikinca agirligi kaldirilamiyor.
Bir baska gün de "ben bütün denizleri görmek istiyorum" demisti.
Bundan daha güzel bir istek olabilir mi.
Bir an önce Kas'a gitmeli...

Mar 30, 2007

Dünden Bugüne

*Yeni aldigim dudak nemlendiricisini kullaniyorum, Jolie Jolie dolasiyorum. Angelina halt etmis yanimda
*Nespresso makinasininin yanina yeni bir kutu konmus. gece mavisi. rengi tadindan daha guzel. Ensibuko idi adi galiba. simdi kalkip bakmaya üseniyorum.
*Gotan Project bileti icin Grand Casino nun kapisinda dilenmeye hazirim
*Spor oncesi solaryumda uyumanin cok iyi geldigine karar verdim. 10 dakikalik uykuyla 50 dakikalik spor daha iyi yapiliyor.
*Evde kagit mendil kalmamis, kizlarin burnu akiyor. alternatif olarak tuvalet kagidi kullanilmasini onerdim. Istanbullular da da kagit mendil kullanmanin toplumsal ve kisisel bir davranis bicimiyle alakalandirilmasini okudum
*Meteo programinda bugun icin havayi günesli göstermislerdi. Kizlara ince montlarini giymelerini söyledim. Vicdanimin ve aklimin anne tarafi cok pisman.
*Mart ve nisan aylarinda dogum günü kutlamalari rekor seviyeye cikti. Bu aylarda doganlarin aslinda olum tarihleri haziran- temmuz a geliyor, himm yaz tatili cocuklari.
*Hediye secmek kadar keyifli bir is yok. Hem sasirtici hem de mutlu edici hediye bulmakta basarili oldugumu dusunuyorum.
*Bana da bugüne kadar cok güzel hediyeler alindi, haksizlik etmeyeyim, ama "vay be, su fikre bak" dedirten de olmadi.
*Sevgili kocacim, sen bu satirlari okudugunda lütfen alinma, sözüm meclisten disari. ihi ihi ihihi

EK (15:26)
*bes dakika sonra para saymaya gidiyorum:(

Mar 28, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 3

Tramwaya kosarak bir adam bindi. Nefes nefese kalmisti. Oturacak yer kalmamisti, ayakta durabilirdi ama koridordaki basamaga oturmayi tercih etti. Her durakta inen binen insanlar adamin yanindan söylenmeye benzeyen bakislarla geciyor, o ise hic farketmeden oturmaya devam ediyordu.
Mat lacivert-bordo beresi vardi, Trabzonspor'un renklerini hatirlatti bana. Niye bu detayi hatirladim ki. Pantolonu ya da montu nasildi?
Elinde kücük bir not defteri, acik olan sayfada uzun bir liste. Kalemle her satira bir eksi koyuyor bir arti. bazen de soru isareti.
Listeyi merak ettim. Tam yanibasinda duruyordum ama o kadar minicik, ecis bücüs yazilmisti ki kelimeler, okuyamadim. Benden baskasi da farkinda degildi olan bitenin. Hic bir seyi de merak etmediler.
Ama ben onlarin neden merak etmediklerini merak etmedim. Umursamadim. Beni sadece ve sadece o liste ilgilendiriyordu, adam da degil.
Alisveris listesi? Günlük yapilmasi gereken isler?
Sonra aklima korkunc bir fikir geldi. Halbuki cok da keyifliydim.
Ya o adam ölmek üzereyse ve ölmeden önce yapmak istedigi, yapabildikleri, yapamadiklari, hayalleri listelediyse.
Ya her satira bir isaret koymadan önce uzun uzun düsünmesinin nedeni kalan zamani yapmak istediklerine böldügünde cikan sayinin "deger mi/degmez mi" elemesinden gecmesiyse..... Belki de siradan bir listeydi, ama ben o kadar cok kendimi kaptirmistim ki fantazime, adamin hangi durakta indigini bile fark etmedim.
Seytan azapta gerek
Simdi isin yoksa düsün bir an önce yapilmasi gereken isleri zaman bitmeden.

Madame Gros'yu ziyarete gitmeli. gec olmadan.
Madame Gros yani Elaine Gros oturdugumuz apartmanin giris katinda oturan, minik bahcesinde her mevsim bakimli cicekleri olan, kaplumbagalari salina salina gezinen komsum. Soyadina takilmayin, oyle sisman, iri yari bir bayan degil. Zamanin eskittigi ve eksilttigi minicik bir bedeni var. Gümüs rengi kivircik kisa sacli, kücük ama sivri burunlu, incelen ve kirisan derisi altinda damarlari sayilan 96 yasinda bir hanimefendi Madame Gros.
Gecen yil ölen bir arkadasinin kedisi, Téo, ile yasar. Arada 70 yaslarinda oglu ugrar, her cumartesi aksami yemege cikarlar. Sosyal hizmetler ile ilgili bir servis arada yemegini getirir. Son zamanlarda cok az cikar alisverise, ama mutlaka bir sise kirmizi sarap vardir sepetinde.
Ben hamileyken, demek ki o zamanlar daha yeni 90 li yaslara gecmisti, agir apartman kapisini bana tutardi geceyim diye, ben de aman kapinin altinda kalmasin diyerek nefes nefese apartmana girerdim. Kizlarim da simdi Madame Gros ya selam vererek, kaplumbagalari seyrederek geciyorlar onun bahcesinin önünden.
Ah o kaplumbagalar, neredeyse erken dogum yapmama neden olacaklardi. Berfin'e hamileydim, son aylar artik, karnim burnumda. bahcenin önünden gecerken "iiiyyyk,iiiiyyyyk" diye sesler. Panik icinde seslendim "Madame Gros? Ca va? Tout va bien? " Minik adimlariyla bahceye cikti, o da sasirarak bana soruyordu niye seslendigimi. Yani dedim, garip sesler duydum da, bir sey oluyor sandim, kem küm. "Non, non, madame" diyor baska bir sey diyemiyor gülmekten. Olan kaplumbagalarin ciftlesmesiymis, onlarin sesleriymis. Ha aman, iyi dedim kactim, utancimdan yüzüm kipkirmizi, ne vardiysa utanacak.

iki hafta önce Madame Gros yu rüyamda görmüstüm. evi bombostu, ama tek tek odalari gösteriyordu bana, esyalarla görmeliydin bu evi diyordu, resimlerle, anilarla. Baska da bir sey hatirlamiyorum o rüyadan. Sabah kalktigimda hayir olsun dedim ama Madame Gros ya ugramadim. Umursamadigim icin degil, onu yerinden kaldirip da kapiyi acma zahmetine sokmamak icin.

Dün apartman görevlisiyle karsilastim (ki burada apartman görevlisi olmak da cok hos bir is, kismetse baska bir yazida anlatirim), ona sordum Madame Gros'nun nasil oldugunu. "Iki hafta önce yaslilar hastanesine (huzur evi degil) kaldirildi. Belli bir hastaliktan degil. Yaslilik iste. Artik yemek yiyecek bile gücü kalmamisti. Serum takmislar ilk iki üc gün, simdi daha iyi".
Aklima ilk Téo geldi. Téo aralik birakilmis pencereden eve girip, cikiyormus, bahceye de yiyecek koyuyorlarmis.
Cumartesi, olmadi en gec pazar günü Madame Gros yu görmeye gitmeliyim. Giderken onun her görüsünde cok begendigi kirmizi gömlegimi, siyah pantolonumu giymeliyim. Bir kadin her zaman bakimli, özenli olmali der. Makyajimi özenle yapmali, tirnaklarima oje sürmeliyim.

Mar 27, 2007

dünyama girmek icin vize aldin mi:)

Kadinlar günü geceli cok oldu ama hala bir sürü mesaj geliyor konuyla ilgili. Bunlardan birisi de Can Dündar'a mal edilen ama onunla alakasi olmayan bir yazi. "Bir Kadin" baslikli, powerpoint de slideshow olarak hazirlanmis birileri tarafindan, ve sanal alemde oradan oraya gönderiliyor. Bir kadin odur, budur, ona soyle davranilmali, boyle konusmali vs vs... Benim karsi oldugum insanlari guruplandirmak, onlara etiketler yapistirmak gibi eylemlere bu yazi iyice renk katti.

Ozellikle de son paragraf beni bayiltti.
"Bir Kadin Yalnizdir Aslinda.Hiçbir zaman kadini bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyasi vardir ve orada hep yalnizdir. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanin kapisini açamaz. Yalnizlik onun siginagidir. O siginaga ne zaman girecegine, ne kadar kalacagina hep kendisi karar verir. Siginaktayken oradan çikmaya zorlarsaniz onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz..."

Her insanin kendisine ait özel bir dünyasi vardir, kadinlarin, erkeklerin, cocuklarin, yaslilarin, genclerin... ama bu yalniz olundugunu göstermez ki. O özel dünya kimine acilir kimine acilmaz, ama cok da büyütülecek bir konu degil. Bak bak, bi de siginak diyor, nükleer savas mi cikacak. Birisini tanimak, anlamak isteyince, ve bu istekte samimi olunup, art niyetle yaklasilmadikca (ki yine kadin erkek ayrimi yapmiyorum) insanlar dünyalar arasi dolasmaya cikabilirler. "hic bir anahtar o dünyanin kapisini acamaz"mis. anahtar söz konusuysa o zaman insanlarin üstüne kapilar da kilitlenebilir ve anahtar denize atilabilir, ondan sonra da cilingir bul olur olmaz bir saatte.

Kimi insan vardir ketumdur, kimisi herseyini döker ortaya. Ketumlar edebiyatta kullanilacak ya, gizemli olurlar, ici disi bir olanlar da kimine göre samimi kimine göre de basit kalirlar. Hayatta ugrasilmasi gereken bir sürü dert varken, offf offf.... yalnizlik siginakmis da, oymus da buymus da.

Bugünkü gazetede söyle bir haber vardi; Brezilya'da 52 yasindaki bir kadin kocasini 100 parcaya bölmüs, parcalari önce haslamis sonra da kizartmis. Simdi bu kadinin kendine ait dünyasini sorgulamak mi gerekir? ruh hastasi, baska ne diyeyim. Simdi birileri cikacak, kimbilir kocasi neler yapti da kadin bu hale geldi diyecek. Haydaaa, isin yoksa kalk ölmüs adamin gizli dünyasini arastir.
Ayni evin icinde bu kadar gizli dünya olursa olacagi buydu zaten, birine hapishane, öbürüne de toprak alti dünyasi.

Mar 26, 2007

Daha iyisi

iki bardak bir siseyle raki masasi olmaz. Bu nasil


simdi de rakiyi unuttuk...

Mar 25, 2007

Bir süre idare eder...

Cuma günü kadim dostumun gönderdigi kitaplari görünce cok bi mutlu oldum. Sec begen al. hangisinden baslamali diye düsüne düsüne pazar aksami oldu. Karar verdim Buket Uzuner'in "Istanbullular" ina basliyorum.

Kitaplardan birisi de Sezen Aksu'nun "Eksik Siir"i. Siir kitaplari öyle roman, hikaye gibi bir oturusta okunmaz ya ben de bir oyun oynuyorum bu kitapla. Oylesine bir sayfa aciyorum, o sayfadaki siir günün siiri oluyor.
Ilk gün buldugum Sari Odalar'di.

Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi yerime koy birini koyabilirsen
Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen

Ben sen sen diye bittim oğlum
Hadi bakalım unut unutabilirsen
Ben seni yudum yudum içtim oğlum
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen

Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık
Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık
İnan içimde yok fesatlık

Alırım başımı giderim efeler gibi hey
Efeler gibi hey

Bugünkü siiri kadim dostumu düsünerek actim, "Anadilim Ask" cikti. O siiri de bulmak onun görevi olsun artik.

Mar 24, 2007

bu aksam...

Home production gururla sunar:



Ilk cigköfte denemesi

ve bu aksam Yunanistan'la mac var

Haydi bayragimizi sallayalim



yedi sekiz yaslarindaydim galiba, mac aralarini heyecanla beklerdim. "ra ra rasputin lover of the russian queen, there was a cat that really was gone...."

4-1, yok deplasmandaydik, 1-4

lalalalalalalallalalaallllllaaaaaaa

Mar 22, 2007

Ciiiinnnnngggg etti

Cayimin yaninda tatli cevizli sucugu yerken yine dedeme giyabinda soylenmeye basladim. Tatli sucugu bilmeyen var midir. Ceviz ici bir ipe dizilir, ip uzum suyuna batirilir ve güneste kurutulur. Yani bu kadar basit bir islem degil ama benim bildigim kadari bu. Teknigi bir tarafa birakiyorum. Sonuc olarak herhangi bir yerden alinmis degil, annemin yaptigi sucugu her isirmamda "ah dede ne yaptin" derken buluyorum kendimi.
Dedemin memlekette kücük bir üzüm bagi vardi. varDI. ah dede ah....
Her sonbahar annem, dayimlar toplanir köme cikarlar. Köm ne demeyin, google da da aramayin. Ezelden beri köm denir oraya. Cikmak kelimesi kullanildigina göre yukarilarda bir yer. Belli belirsiz anilar canlaniyor, bir kamyonete binmisiz bilmem kac kisi, bir tepeyi asiyoruz.
Köm bagin oldugu yer. Kücük mücük ama üzümleri saraplik bir bag. Sarap icin üzüm toplamaya gelenleri elinde baltayla kovarmis dedem. Namazinda niyazinda bir dede o. Agzina ne sigara ne de icki sürmüs hayatinda, en azindan bilincli olarak:)

Yeri gelmisken itirafta bulunayim.
Dügünümde dedemin visne suyuna votka koymustum, gelinligimin yüzüme yansiyan safligiyla, ellerimle ikram etmistim.
cayir cayir yanicam vallahi.
"degisik ama ferah ferah" dedigi icin cezam hafifletilir mi.....

Gelelim köme. Olayin iyi yani su; eldeki üzümlerin suyuyla yapilan sucuk, pestilden bize de nasip oluyor. yani oluyordu.
Gecen sonbahar dedem sinirlenmis bir seye, kimse ne oldugunu da bilmiyor, satmis güzelim bagi yok pahasina. Ah dede ah, sucugu falan gectim, orasi özeldi be dede. Ne güzel toplanirdi hepsi kocaman olmus cocuklarin bu bahaneyle, kah gülerek kah aglayarak bir ayi beraber gecirirlerdi, bize de köm anilarini dinleyip "ay yine birbirlerine girmisler yok yere" demek düserdi.
Dedemin bir marifeti daha var affedilmeyecek.
Dedem eskinin dinamit ustalarindan. Ozellikle doguda elektrik diregi, köprü gibi topragin iyice
kazilmasi gereken durumlarda kaya parcasiyla karsilasildiginda o kayayi parcalayacak dinamitleri en iyi dedem dösermis. Bir gün (yaklasik 50 yil önce) ön kaziyi yaparlarken testiye benzer bir seylerle karsilasmis. Daha önceden de duyarmis o yörelerde kazi yapildigini, degerli bir seyler bulundugunu. ah dede ah, kazi dedigin arkeolojik kazi, testi - küp dedigin tarihi eser, kimbilir hangi yüzyildan kalmisti.

"...kazmaya devam ettim, üc tane küp. cikardim hepsini, dizdim karsima. icinden pul pul altin cikacak dedim. yaradanin verdigi kuvvetle küregi bir savurdum. Küp cing etti, oldu parca parca"
"ne etti dede?"
"cinnnnggg.... dolu olsaydi tooonnnnng ederdi, ben de simdiye elli kez hacca giderdim"
ah dede ah......

Mar 20, 2007

KIS ADAMI YAKTIK, BAHAR CIK ORTAYA ARTIK

Bu sabah kizlar heyecanla yataklarindan firladilar. Bugün KIS ADAM yakilacak, yarin bahar baslayacak, havalar isinacak, ayak parmaklarimiz sandaletlerimizle özgürlüge kavusacak....

Mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, daglarin arkasindan yükselen sevimli günesi göremeyince hayal kirikligiyla okula gitmeyi protesto ettiler. Haklilar tabii. Ogretmenler bir haftadir bugün olacaklari anlatmislar, olmayacaklari degil. Halbuki olasilik üzerine konusulsaydi ben de bir saat boyunca bahar bayramini kar yagisiyla kutlamanin güzelligini anlatmak zorunda kalmazdim.


Onlar hayal kirikligiyla okula gidedursunlar ben de icin icin bütün kis boyunca ikinci kez yagan karla beraber kugularin resmini cekebilecegim diye seviniyordum, ama göle ulasincaya kadar kar yagisi da durdu.

Itiraf ediyorum bugün ise on dakika gec kalmamin nedeni göl kenarinda keyif yapmam. Hic bir sey düsünmeden, beynimi dinlendirmek, sadece baktigimi görmek, dinledigimi duymak... Yok, yok derinlesmeyecegim, bu saatte halim yok, yorgunum, uykum var, hastayim....

Gelelim günün sonuna.

Bugün üc derece de olsa, meteo yarin icin kar yagisi da gösterse kar adami yaktilar. Cünkü burasi Isvicre, verilen kararlar kolay kolay degismez. Bir ay boyunca özenle hazirlanilan kis adam on dakika icinde küle dönüstü.

kizimin bu gece yatmadan önceki son sorusu "yarin bahar basliyor mu?" oldu. "teoride evet, pratikte hayir" gibi sacma bir cevap vermedim tabii ki...














EK:

21.03.2007

07:00

Evin bütün penecerelerinden sirayla disariya bakan Dicle:

"Ghic de printemps gelmemis"

Mar 19, 2007

yetenekli insanlara sinir oluyorum:)

Calistigim yerde bir arkadasim istifa etti. Isten ayrildiktan sonra neler yapmayi planladigini sordum, o kadar cok sey saydi ki imrenmedim desem yalan.

Gittigi bir kurs var su anda, önce o kursu bitirip sonra staja gidecek. Makyaj kursu.. iyyyy ne banal diye atlanmasin, simdi tam tanimi aklima gelmedi, hay allah neydi yaaa, hani filmlerde yarali, ölü falan olur, onun gibi makyajlar ya da cleopatra.. vs vs. "Beni Bulent Ersoy'a benzeten bir makyaj yapar misin" dedim beni ciddiye almadi. Daha sonra da yarim biraktigi resim kursuna devam edip sergi acacak. daha daha sonrasi da var...

Universiteden bir arkadasima da bir kart gondermistim seneler once, o da o karti yagli boya resme gecirerek bana geri gondermisti. Onun müzige de yetenegi var.. bir baska arkadasim da
cok güzel piyano calar. Bir arkadasim cok güzel bir roman yazdi "Zamanya", bir baskasi senaryo calismalarinda bulunup cok güzel yazilarini "Fitil" adli blogunda yayinliyor (bakiniz linkler), bir baska sevgili arkadasimin da hikaye kitabi cikmak üzere.
Bazi arkadaslarim kizlarina muhtesem prenses resimleri cizerken benimkiler cin ayse den oteye gidemiyor.

cevrem bir sürü yetenekli insanla doluyken neden ben bu kadar yeteneksizim tanrim.

ortaokul, lisedeyken en kötü notlarim resim, müzik ve beden egitimiydi. yani yeteneksizligin bu kadari olur. O zamanlar takmazdim, edebiyat, ingilizce, matematik beni doyuruyordu. Ama simdi bu konuya feci sekilde takilmis durumdayim.

gecenlerde Ray Charles'in biyografik filmini seyrederken esime "keske zenci dogsaydim" dedim de, dogal olarak cevabi "sadece zencilerin sesi güzel olmuyor" oldu.

belki de ortaya cikmamis bir yetenegim vardir diye kendime tesellide bulunuyorum. Bir yandan da mantikli bir aciklama bulmaya calisiyorum.

sanatsal yetenegi olan, sanatin icinde olanlar hayal dunyasi zengin olan insanlar ise benim sanat özürlü olmamin tek aciklamasi da bu olabilir. Ayaklarim cok fazla yere basiyor, hayal kurmuyorum. kuramiyorum böyle olunca da herseyi oldugu gibi görüyorum, farkli bir boyut ekleyemiyorum.

Gecenlerde bir arkadasim Cenevredeki araba fuarina gidip gidemedigimi sordu. Cevap gidemedim, vakit olmadi, begendigim nacizane arabayi (Peugeot 207 oldugunu da belirteyim) galeride de görebilecekken hayalimda bile alamayacagim arabalari görmek icin neden oraya gitmek icin stres olayim oldu. arkadasim "o hayale dokunmak bile cok güzel" dedi ama yine de benim kararimi degistiremedi.

Bu sanat ve yetenek konularina takilmamin nedeni en basta da dedigim gibi isten ayrilan arkadasimin yeteneklerini de kullanabilecegi bir sürü güzel ugrasisi olmasi. Benim gibi pasif sanatci olunca, sanati sadece okumak, dinlemek, görmek, hissetmek olarak yasayinca sabah 8:30 aksam 17:30 bir ise gidip gelmek günü dolduruyor.

Esim beni teselli ediyor, "mutfak da bir sanattir, Cenevrede olmayan pogaca, süzme yogurt, un helvasi, gözleme, tursu gibi Türk mutfagi örneklerini basariyla sergilemek ciddi bir yetenek konusudur, hele hele güzel raki sofrasi hazirlamanin üzerine sanat yoktur" dese de ben umudu kizlarimda ariyorum.

Hadi kizim söyle güzel bir "la" sesi ver, bir iki cizik yap, annen bari sanatci annesiyim diyerek mutlu olsun....
Orada bir blog var uzakta, o blog benim blogumdur....