Jan 30, 2007

23=9

Iki aydir ne kitap okuyabildim, ne de film seyredebildim. Günleri normal yasadim da aksam ve gecelerim bilgisayar karsisinda gecti. Sabah kurbagalasmis gözlerle uyanmaktan yoruldum.
Ilk akla kendimi oyunlara kaptirdigim geldiyse hemen dogrusunu aciklayayim cünkü teknolojiyi, bilgisayari ne kadar cok sevsem de oyunlar konusunda hem ilgisiz hem de cahilim.

Isin asli su;
senelerdir analog kamerayla cektigimiz filmleri dijital formata cevirip, dvdler hazirlamakla ugrastim ve dün gece 23 tane Hi8 kasedin sonuncusunu bitirdim. Son is olarak dvdlere kapak hazirlamak kaldi ama onun artik acelesi yok. Bundan sonraki ilk is ise dijital kamera almak ve bu islemi dörtte bir zamana indirmek.

Her bir kaset bir bucuk saatlik. Dijitale cevirme isi real time process oldugu icin en az bir bucuk saat süren bir kayit islemi var. Eski kasetlerin kalitesi bozuldugu icin kesintili kaydediyor, bu nedenle isin basinda durup gözlemlemek gerekiyor. Dijital formata cevirmek kendi basina anlamli degil. Jpg dosyalari tek baslarina ruhsuz oluyorlar. Ben de onlara ruh kattim. Filmleri kesip, bicmek, yapistirmak, menü ve alt menü olusturmak, müzik ve animasyonlar eklemek...

Uzun lafin kisasi; 1998 den bu yana cektigimiz filmler bir düzene sokuldu, konulu, atraksiyonlu belgesel:) olarak kaydedildi.

Dokuz yil....
Unuttugum bir cok ani gözümün önünde...
Bir daha görmemin mümkün olmayacagi sevdiklerim... cok sevdigim kayinpederim müzigi kalbinde hissederek semah dönüyor... anneannem tülbentinden ayakkabisina uyum icinde oturuyor koltukta.
Tatiller, dügünler, nisanlar, dogumlar...

Dokuz yil...
Esimle, kizlarimla, dostlarla, arkadaslarla gülmüsüz, gezmisiz, yemisiz, icmisiz...
Dogum günleri kutlanmis iyi ki dogdun, happy birthday, joyeux anniversaire, feliz cumpleanios, buon compleanno, hyvää syntymäpäivää sesleri birbirine karismis..
Evler degismis, esyalar degismis...

Itiraf etmeliyim ki seyrederken kendimi de cok inceledim yaslandim mi diyerek. Yüzümdeki cizgiler artmis, bir zayiflamisim, bir sismanlamis, sacim kisalmis, uzamis. Sac rengim hic degismemis gecen aya kadar, demek ki beyazlar saklamaya degecek kadar cok degillermis. Son ayda birden beyazlamadi tabii ki saclarim ama canim mor sacli olmak istemisti sadece. Gri havalarda turuncu semsiyemin altinda mor saclarim güzel bir kontrast yaratiyor da:).

Sac, bas onemli degil, dokuz yilda ruhumu yansitan gözlerimdeki isilti hic eksilmemis ya, gerisi bos...

Jan 29, 2007

Eskilerden - 1

GEÇ KALINMIŞ BULUŞMA

Kelimeler uçuşuyor gözlerimin önünde, onları bir sıraya koymadan huzur yok bana. Sabahtan beri beni rahat bırakmıyorlar. Konuşuyor muyum, düşünüyor muyum belli değil. Ne yaparsam yapayım ağzımdan çıkan kelimeler ayrı, kafamdan geçenler ayrı.

Anladım, yazma vakti gelmiş.

Daha iki gün önce son noktaya basmıştım klavyemde. Bir süre için rahatım demiştim, kelimeler nasıl olsa birleştiler, beni rahatsız etmezler artık. Bilgisayarımı açmam demiştim, yapacak iş mi yok. Çook, hangi birini sayayım. Bir gün çözülecek diye ayrılan bulmacalar, tozlanmış mor kadife kesesinde bekleyen Tarot kartları, kasnakta yarım kalmış iğne işi masa örtüsü, dostlara gönderilmek üzere seçilecek resimler, okunacak kitaplar, yorumlanacak rüyalar…..

Evet ya rüyalar. Uykumu bölen, zamanımı, mekanımı, kim olduğumu şaşırtan rüyalar. Geceyi gerçeğe gündüzü hayale çeviren rüyalar. Ne geliyorsa başıma bu rüyalardan geliyor ya.

Sakin geçeceğini zannettiğim bir geceye hazırlamıştım kendimi dün. Pazen pijamamı giyip, yastığımı kabartmıştım. Bir kolum yastığın altında, öbürü yorgana sarılmış şekilde uyurken yine başka diyarlarda buldum kendimi.

Işıltılı iki nokta görüyorum önce. Birini seçip yaklaşıyorum. O nokta ateşböceği gibi yanan sönen ışık kümesine dönüşüyor. Yaklaşınca anlıyorum ki İstanbul’a gelmişim. Olmaz diyorum, beni bu gece baştan çıkaramazsın İstanbul, yorgunum, senin hızına ayak uyduramam. Arkamı dönüyorum ve ikinci noktaya yöneliyorum. Yaklaştıkça fark ediyorum ki Paris beni çekiyor. Demedim mi ben yorgunum diye? Dedim ama beni dinleyen yok ki.

Ayaklarım yere değdiğinde sağıma soluma bakıyorum. Çiçekler, çeşmeler, heykellerle donanmış bir yerdeyim. Lüxemburg Bahçesi olmalı burası. Gece olmasından faydalanıp renk renk çiçeklerden bir buket yapıyorum. Bahçeden çıkıyorum, Sorbonne’a yakın meydanda bir kalabalık. Onlara doğru ilerliyorum. Bir gurup genç neşeli şarkılar söylüyor. Peşlerine takılıyorum. Montparnasse’dan geçiyoruz, sonra Garibaldi Bulvarı’ndan. Gençlerle beraber ben de çimenlerin üzerine uzanıyorum. Eyfel’in altındayım. Eyfel Paris’in büyüsüyle demir yığını olmaktan çıkıyor, kristal bir abajura dönüşüyor. Bulutsuz gökyüzündeki yıldızlarla bir oluyor, gözlerim kamaştırıyor.

Fazla oyalanmamalı. Elimdeki buketi öpüşen, koklaşan sevgililerin arkasına koyup sessizce uzaklaşıyorum.

Alma Köprüsü’nden sola dönüyorum. Benim düşünmeme gerek yok zaten, ayaklarım biliyor nereye gideceklerini. Ayaklarım ve ben Roosevelt Meydanı’ndan geçiyoruz. İşte karşımda Champs-Elysee. Sanki ilk kez görüyormuşum gibi bakıyorum çevreme. Paris’in kalbine gelmişim, Paris benim kalbime….

Biraz daha kalırsam gecikeceğim korkusuyla ayaklarımı çeke çeke ayrılıyorum. Neye, kime yetişeceğimi ben de bilmiyorum ya.

Louvra’a doğru ilerliyorum, kurumuş yaprakların halı misali yumuşattığı dümdüz bir yol boyunca. Hava aydınlanıyor, kepenkler açılıyor. Kahve kokusu sarıyor sokakları, sonbahar kokusuna karışıyor. Epey bir yol aldıktan sonra vazgeçiyorum Louvre’un bahçesinde oturmaktan. Kahvaltı yapmalı diyorum bir fransız gibi madem bu kadar yol gelmişim.

Notre Dame’a geliyorum. Kilisenin tam karşısında köşede bir café vardır çok sevdiğim, oturuyorum boş bulduğum bir sandalyeye. Ben daha bir şey istemeden kahvaltı tabağı geliyor içinde kruvasan, reçel, tereyağı olan. Yanına da sütlü kahve getirdiklerinde isyan ediyorum. Keşke İstanbul’a gitseymişim diyorum, Kuzguncuk’ta Boğaz’a karşı mis gibi tüten çay, beyaz peynir, zeytin ve simitle daha mutlu olabileceğimi düşünerek. Ama artık dönüş yok. Ben de ağzımın tadı yerine gelsin diye espresso istiyorum, bari Türk kahvesi olsaydı diye sızlanarak.

Kahveyi getirdiklerinde sigaramı yakıyorum. İlk nefesi çekiyorum içime, sonra bir yudum kahve, bir nefes daha….. Anın keyfini çıkarıyorum.

Hafiften bir sabah esintisi hissediyorum saçlarımda. Dağılan saçımı düzeltmek için elimi kaldırdığımda bir ses “yapma” diyor “böyle daha güzel saçların”.

Ilık dudakları dudaklarıma dokunuyor. Gözlerimi kapatıyorum, eskiden olduğu gibi titriyorum. “Seni daha erken bekliyordum” diyor. Anlamadığıma şaşıran gözlerle soruyor. “Paris’i birlikte yaşamayı istemiyor muydun?”

Hayır, böyle değil, şimdi değil…….. Herşeyi sensiz yaşamışken, sensiz öğrenmişken, sensizliğe alişmişken…. Bunları anlatmak için çok geç, vazgeçiyorum. Meydan okuyorum. “Yaşanacak birşey kaldı mı?”
Yanıtlamıyor, yüzünde masum bir tebessüm, içime işleyen yalancı bakışlarla.

İçim buruk. Rüya sona ermekte demek ki.

Pakette son kalan sigaramı yakıyorum. Bir nefes çekiyorum….

Ve zaman duruyor, insanlar kayboluyor, binalar yok oluyor, heybetli Notre Dame bile gözümün önünde yitip gidiyor.

Paris bitiyor…… büyü bitiyor……...

A aaa, kelimeler kaçışmaya başladı.

Kocaman bir . geldi, hepsini yiyip, bitirdiii …

Jan 23, 2007

Sonunda


Gökten sanki pamuk parcalari düsüyor....

10 dakika öncesine kadar karsiz (daglardaki haric) bir kis gececek diye sevinen insanlarin yüzlerini görmek lazim. Ben ise bir an önce isimi bitirsem de disariya ciksam diye can atiyorum.

Her mevsimi yasamali, her mevsimi zamaninda yasamali.

Duygularin da hepsini yasamali.

yarim saat sonra mutlulugu yasamaya cikiyorum üsüyecegimi bile bile,

ama olsun,

nasil olsa isinacak bir YUVAM var sonrasinda.

Jan 18, 2007

Perdeler ve Degerler


Bu sabah uyandigimda alelacele hazirlanmak yerine pencereye yaslanip disariyi seyrettim, koyu gri gökyüzü, acik gri sokaklar, gri kiyafetlere bürünmüs insanlar. Olsun dedim, gri de olsa tonlari var, ya her sey ayni tonda olsaydi...
Cenevre her zamanki gibi sessiz, sakin.
Evlerin pencerelerinden isiklar süzülüyor, ise ya da okula gitmek icin hazirlanan insanlarin silüetleri belli belirsiz hareket ediyor. Kimi perdeyi iyice kapatmis, kimi perde bile takmamis. Kimi perde, pencere yetmiyormus gibi panjuru da kapatmis.
Kalin perdeleri sevmem ben, sanki disariyla bir duvar örülmüs gibi hissederim, ama perdesiz de olmaz. Sanki benim iznim olmadan ruhumu soyacaklarmis gibi gelir. Tül perde arada bir yerlerde. Belki de disariyi olabildigince gercekligiyle görmeden ama yine de bir basima olmadigimi hissetmeye ihtiyacimin oldugu anlarda iyi bir cözüm gibi görüyorum da ondan böyle düsünüyorum.
Her pencerede olmasi gerektigi gibi insanlarin da yüzlerinde perde olmali. Belki de kat kat tüllerden olmali bu perde, istendigi anda istendigi kadar kat acilmali, ya da kapatilmali. Ama en azindan bir tanesi hep kapali olmali. Insanlar yüzlerinin son perdesini acmamali, o perde acildi mi, yirtildi mi bir daha eski seklini almiyor. Ya kirisiklik, ya da dikis izi kaliyor bir yerlerde.
Bu perde bir seyleri gizlemek ya da olunmadigi gibi görünmek icin kullanilmamali. Saygi perdesi olmali bu. Sevgiye, aska bir sey demiyorum, o kullaniciya kalmis.
Iliskilerde, dostluk, arkadaslik, flört, evlilik.... hangi iliski olursa olsun, saygi perdesi kalkti mi bir daha geri dönülmüyor, eski samimiyet bir daha yakalanmiyor. Bir kere yüz-göz olundu mu artik olmuyor.
Kirici, düzeysiz kelimeler kullanilmis, laubali olunmus, hatta kelime sarf etmeden, bir bakisla bile yerle bir edilmis iliskiden artik hayir gelmiyor. Iste böyle bir hale düsmüs iliskilerde o iliskiyi paylasan insanlara bir deger ayari yapmak gerekiyor.
Deger ayari ne ola ki demeyin simdi. Hani ulusal paranin yabanci paralar karsisinda degerinin azalmasi ya da artmasi vardir ya, ne deniyordu onlara? Devaluasyon, revaluasyon iste. Degerini düsüren insanlarla yasanan iliskiler de devaluasyona ugruyor, deger ayari ihtiyaci ortaya cikiyor.
Perdeyi kaldirip da degerlerini düsürenleri "0" bilinmeyenli bir denklemle basbasa birakiyorum;
"Senin degerin 1,000di, ama artik 1.
Benim ki hala 1,000.
Eskiden degeri 1,000,000 (1000x1000) olan dostlugumuzun simdi ki degeri nedir?"

Jan 8, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 2 (Ispanyol arkadaslarimdan ogrendiklerim)

Bazi ülkelerde Noel hediyeleri 24 Aralik yerine 6 Ocak'ta veriliyor. Bunlardan birisi de Ispanya. Rivayete göre üc bilge kralin (yerine göre üc kahin kral) oyuncaklari cocuklarin ayakkabilarina yerlestirdikleri gün oluyor L'épiphanie. Günün dinsel önemi de bu krallarin cocuk Isa'ya hediye getirislerini simgelemek.


Baska bir dinsel yorum da krallarin gördükleri bir yildiz araciligiyla (gecenin sorusu: hangi yildiz?) Isa'yi ziyaret ettikleri yönünde.

2007 icin yeni hedeflerim yoktu ama en yakin zamanda Caspar, Melchior ve Balthazar (ki bu isimler de yerine ve hristiyan mezheplerine gore degisiyor) hakkinda bilgilenmek istiyorum. Cünkü Caspar altin, Melchior tütsü ve Balthazar "la myrrhe" (heeeelp, bu kelimenin turkcesini bilmiyorum) hediye etmis Isa'ya, iyi güzel de, hani Isa bile olsa, cocuk ne anlar bunlardan. Bu krallar bilge ya da kahinlerse vardir bir bildikleri, ama nedir, iste asil bunu ogrenmek istiyorum.

Haftasonu Ispanyol arkadaslarimiza davetliydik L'épiphanie/Le Jour des Rois/Dia de Reyes/ krallar gününü kutlamak icin. Ev sahipleri= Carlos ve Begonia, misafir ekibi= biz + Gloria -Kristian.

Carlos ve Begonia'nin hazirladiklari lezzetli ispanyol yemeklerini anlatmaya baslarsam sabahlarim, o nedenle geciyorum o konuyu. Gelelim benim hediyeme. Cok güzel bir yelpaze. Güzelliginin yanisira fonksiyonel olmasi daha da önemli. Serinletmesinden bahsetmiyorum tabii ki.

Ben yelpazelerin bir zamanlar cok etkin bir iletisim araci oldugunu bilmezdim. 19. yüzyilda genc kizlar dansa gittiklerinde erkeklere yelpazeleri araciligiyla mesaj verirlermis. Ogrenmek icin, bir elimde el abanico, bir elimde Begonia'dan aldigim ders notlari, iki aksamdir ayna karsisinda calisiyorum. Yelpazeyi acip kapatmak da ayri bir yetenek ve zerafet istiyormus, bu da deneyimle ögrenildi.

2007 ye ikinci hedef: Carmen tekrar seyredilecek ve yelpaze hareketleri yorumlanacak.

Günümüzde iletisimin her cesidi varken, hatta kelimeleri cok daha rahat sarf edebiliyorken neden iletisim kalitesi ve icerigi yetersiz insanlarin birbirlerini anlamalari icin?neden? neden?

Ya yelpazemiz yok, ya da serinlemekten baska birsey düsünmüyoruz da ondan:)






Jan 5, 2007

Katil Siyah



Her sey oburun bir cakil tasi yutmasiyla basladi. Obur benim buyuk turuncu baligimdi. Bir gün ac mi tok mu oldugunu anlamadan kücük bir cakil tasini yem zannedip yutmus. Sonuc olarak da normal bir balik gibi sisip su üstünde kalmamis, karnindaki tasla kumlarin arasina cakilmis. Kizlar üzülmesin diye hemen yerine bir tane daha alayim dedim ama aynisindan bulamadim ve iki tane kücük aldim, bir siyah bir de benekli. Iki gün sonra ne yazik ki büyük siyah balik da ölü bulundu. Onun ki daha da acikliydi. Akvaryumun isiticisina yapisip kalmis. Toplamda dört balik kalinca yeni almayayim dedim, ne de olsa feng shui acisindan dört sayisi isime yariyordu. Beni cikarci olarak düsünmeyin ama isin dogrusu kuzey dogu kösesindeki dört balik da, güney dogu kösesindeki dört mor menekse de belli bir amaca hizmet etmeleri icin yerlestirilmislerdi. Neyse, baliklara dönelim. Bir zaman sonra baliklar alistilar birbirlerine derken kucuk turuncu da hakkin rahmetine kavustu. Onun acisina dayanamadigini düsündügüm benekli de onu takip edince cok sinirlendim, tek kalan ve salina salina yüzen kücük siyah baligi nerdeyse pencereden disariya atacaktim ama kizlarin önünde vahset olmasin diye sinirlerime hakim olup iki senedir akvaryumda baris, kardeslik ve saglikla yasayan baliklarimi öldüren kücük siyahi ömür boyu yalnizlikla cezalandirdim.

Menekselerden de bahsetmeden gecmeyeyim. Cok güzel actilar, benim nazarim degecek. Morun tonlarindalar, cok güzel oldular, acik, koyu, beyazla karisik…..



D'nin dogdugu gün topraga koydugumuz limon cekirdegi de agac olma yolunda, ama beyni yikanmis bir agac. Cenevre yi Antalya, apartman koridorunu da bahce zannediyor terapilerim sayesinde.

Ve sirada bir tramway hikayesi;
Olay kizlari okullarina götürdükten sonra aniden bastiran yagmurdan kacip kendimi tramvaya atmamla basladi. Biner binmez bos buldugum ilk yere oturdum, kulakliklari takip bir yandan muzik dinleyip öte yandan kitabimi okumaya basladim. Aslinda burada otobüsler, tramvaylar cok dolu olmaz ama o gün ani gelen yagmur insanlari doldurmustu tramvaya. Benim gidecegim toplamda 8 duraklik bir yol, in-bin 14 dakika, fazla degil. Ama hem sarkiya takilmisim hem kitaba. Ikisi de cok güzel. Charles Aznavour’un bir sarkisi “Hier Encore”, O bir taraftan “yirmi yasindaydim, zamani oksuyor, askla oynar gibi yasamla oynuyordum. Zamanla kacan günlerimi saymadan geceyi yasiyordum” derken Can Dündar da Yuzyilin Asklari”ni anlatiyordu. Bir an kafami kaldirinca karsimda üc kisi gördüm ayakta duran. Biri yasli bir bayan, digeri hamile, ücüncüsü de zihinsel özürlü bir genc. Hangisine yer vermeliydim acaba. Buradaki yaslilari sevmem ben, hatta nefret ederim ama bu sirin bir yasliydi. Daha önce basima geldigi icin “oturacak kadar yaslanmadim” diyerek terslenir mi diye düsünmedim de degil. Hamile bayan cok antipatikti, hem zaten en fazla 5 aylik gibi görünüyordu, ayakta kalabilirdi. özürlü gence yer versem acaba beni anlar miydi. Böyle bir kararsizlikla stress oldum cidden. Ben bunlari degerlendirirken bir baktim inecegim duraktayiz. Neyse, kendi aralarinda ilk oturan kazansin diyerek kalktim ve saniyesinde 16 yaslarinda, sapasaglam birisi oturdu yerime. Ben de vicdan rahatsizligimla ayrildim tramvaydan, yasliya niye yer vermedim diye.

Keske hayattaki bütün kararsizlik konulari boyle basit olsa. Ama degil, her an her yerde bir seyler icin, kendimiz ya da baskalari icin tercih yapmak, karar vermek zorundayiz. Mesela biraz sonra favori tv programimi seyrederken dondurma mi yesem yoksa cikolata mi....

Jan 3, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 1

Biraz cepten yiyeyim.....

364 gün önce.....

"Merhaba Dostlar,

Yine uzun zaman oldu yazmayali. Nerede kalmistik onu da hatirlamiyorum. Isler yogun degilken size yazayim dedim.


Calismaya tekrar baslayinca (duzeltelim evkadinligindan stajyerlige terfi edince) artik kariyer ya da isle ilgili detaylarin beni etkilemedigini fark ettim. Bir ara gaza gelmistim ama simdi yine kapasitemin ceyregini kullaniyorum. Nisanda staj bitince calisma hayatini da tumden kapatabilirim. Buraya geldigimden beri calismayi istiyordum, simdi cazibesini kaybetti. Nedeni bu bahsettigim zorluklar degil. Sadece neden calisiyorum u sorguluyorum. Birseylerle oyalanmaksa tekrar stres ortamina neden gireyim ki. Oyalanacak birseyler bulunur nasil olsa. Bunlari nisan da yine sorgular ona gore karar veririm artik.

Ofis ortami Turkiye deki buyuk sirketlerin ortamina gore cok sessiz, sakin. Bu da en sevmedigim tarafi. Hani insanlar gidip gelse, kendi kendilerine sarki turku soylese, arada kavga etse diyorum ama yok, herkes kendi halinde isinde gucunde. Belki de birbirleriyle degil de diger ulkelerle surekli calistiklari icin boyleler. Acik ofis olsaydi belki daha keyifli olurdu. Herkes kendi odasinda olunca iletisim de az oluyor. Ben de kulakliklari takip muzik dinliyorum, su anda oldugu gibi.

Surekli Meksikalilarla muhabbetteyim. Adamlar gayet relax olduklari icin toplantinin yarisi geyik muhabbetle geciyor. Coluk, cocuk nasil, havalar nasil, tatil nasil.....Neyseki yuzumu gormuyorlar, arada kendimi camdan atmak istiyorum. Kardes, coluk cocugu soruyorsun iyi de aksam 6 yi gecmis saat, beni bekliyorlar, hani is konussak da ben de onlari gidip alsam. Ama adamlarin keyfi iyi, onlara sabahin 10u, kahvelerini almislar, lay lay lom. Bir de Fransa-Italya ve Almanya ekibiyle telekonferanslar var. O tam seyirlik. Toplantiya gayet kibar baslayip, sonunda fikir birligine varamadan, kavgayla bitiriyorlar. Sonra hepsinin soylediklerini kendi yorumlarimla susleyip, pusleyip gonderiyorum, Kabul etmezlerse toplantiyi en istemedikleri saate koyuyorum, onlar da gonullu fikir birligine variyorlar, aklin yolu birdir degil mi ya.

Sirkette yemek oluyor bazen. Ben de gecenlerde salata yiyeyim dedim. Uzerine biraz da sos. Sos sisesi plastikten ic ice gecen iki parcadan olusuyor. Iyi kapatilmamis demek ki elime aldigim gibi alti yere dustu. Sacimdan ayakkabima kadar sos icinde kaldim ve yarim saat sonrasinda toplanti oldugu icen eve gidemedim. Ustumu biraz temizleyip sacimi yikadim ve ortaligi temizlemeye dondum ki biri temizlemis cogunu. Yok, temizlikci falan degil, gunduz temizlik servisi olmuyor. Ortaligi toparlayan, homoseksuel olan ve bunu da hic saklamayan hukuk bolumu muduru. En cok da bu adamla muhhabbetim var. Kahve alirken bazen kiz kiza muhabbet edip, birbirimize iltifatlar yagdiriyoruz. Neyse, ertesi gun sabah ilk isim adama gidip tesekkur icin hediye almak oldu. Verdigimde gozleri doldu, cok duygulandi. Dun de oglen yemegini beraber yedik, bana sevgilisiyle olan anlasmazliklarini anlatti. Uzuldum, ayrilacaklar galiba....

Birakalim isi gucu. Ben size tatilimizi anlatayim. Araligin son haftasi fransanin guneyinde Bandol diye bir kasabaya gittik. Daha once de yazin ve baharda gitmistik, bu sefer de kis olsun dedik. Daha dogrusu ben dedim. 1 hafta boyunca masaj, aquagym, yosun banyolari…vs vs…acaip guzeldi. Aslinda ben cok anlamam bunlardan. Ne Tayland da sevmistim ne de Tunus ta, ama bu sefer ben de katildim. Sonunda ikimiz de cigkoftelik kiyma gibi olduk (cigkofteden anlamayanlara ceviri: butun sinirleri alinmis et). Ayiptir soylemesi,yok niye ayip olsun, afiyetle her aksam cok guzel saraplar icip degisik deniz mahsulleri yedik. Bu arada bandol’un aslinda pembe sarabi guzel de onu yaza saklamak lazim. Fakat donusumuz acikliydi. Normalde 5-6 saatte arabayla gelebilecegimiz yolu 10 saatte geldik. Yollar cok buzluydu ve en az 30 arabanin dahil oldugu zincirleme kazalar vardi. Cuma gecesi saat 3e geliyordu eve ulastigimizda. Sabah olunca – o yorgunluga oglen oldu aslinda- biz nankor Turk turistler hemen cayimizi demleyip, peynir-zeytinli kahvaltimizi yapip ustune de kahvemizi icip oh be, insanin evi gibi yok dedik. Yani her sey iyiydi guzeldi de su kahvalti olayinda her zamanki gibi pek memnun olamamistik.

Sonuc olarak yeni yila evimizde biraz yorgun biraz dingin, sessiz, sakin girdik. Eh biraz da hasta. Aksirip tiksiriyorum. Guya zinde olmaya gittim, hasta olup geldim, ne is anlamadim.

Bu hafta hala ortalik sakin. Insanlar uzatmali Noel tatilindeler. Okullar da bu hafta tatil. Sabah ise giderken tramvaylar, otobusler tenha. Pzt gunu her yer kapaliydi. Sali sabahi gorup de sasirdigim bir seyi anlatayim. Saat 08:45, sehir merkezi, 10-12 bayan sira olmuslar bir kapinin onunde. Bu kapi buranin luks magazalarindan birinin kapisi ve bu deli bayanlar saat 9 da acilacak magazaya girmek icin sira olmuslar. Zannedersin Ramazan da pide sirasi. Kardesim hava -4 derece, ne isiniz var bu havada bu saatte sokakta. Valla ben anlamadim bu mantigi. Git isine gucune, isin yoksa evin de otur ya da cek yorganini yat. Bu insanlara rahatlik batiyor galiba.

Bakin bir de kendini hamile zanneden bir adam var is cikisinda tramvayda hep gordugum. Aslinda ben de onu hamile zannediyorum. Adamin gobek sekli, yuruyusu...zannedersiniz 8 aylik hamile. Nasil o hale geldi anlamadim, acaba ustunde tibbi deneyler mi yapiyorlar .. Adam da halinden memnun, memnun ne kelime gerine gerine gururla dolasiyor ortalikta. Hani cidden dogum yaparsa ilk hediyeyi ben alirim ona.

Bazen de otobuse biniyorum donuste. O da benim gecen sene okudugum fakultenin onunden geciyor ve o durakta su bayan halimle imrendigim birisi biniyor. Bu sahis aslinda bir transseksuel, 1.90 dan uzun, yapili ama her gun ozenle makyajini yapar, manikurlu, ojeli tirnaklarla gezer, ince corabini, topkukluayakkabisini, etegini giyer (hic pantalon giydigini gormedim), gayet hos, bakimli gezer. Universite de profosor. Gecen sene fakultede oldugumda cok gorurdum, bazen asansorde karsilasirdik. Bir cok bayandan daha bayan oldugu icin ona “Bonjour Madame” diye hitab ederdim cok hosuna giderdi, simdi de aksamlari merhabalasiyoruz.

Cenevre'de normal insanlar da var, onlari siz de tahmin edersiniz zaten.

Aslinda daha cok yazacak sey var da sizi isinizden-gucunuzden alikoymayayim. Sizlere yeni yil mail'i gonderememistim bu tatil nedeniyle. Biraz gecikmeli de olsa en iyi dileklerimi iletmek istiyorum sizlere.

Hayati hep birseylere benzetiriz ya, ben de bir restorana benzetiyorum. Bazen luks restorana gidersiniz, menu hosunuza gitmez, bazen kohne bir yer gorursunuz baska bir yer yoktur ve cok acsinizdir, girersiniz, en lezzetli yemegi orada bulursunuz. Ya da hesap beklediginizden az/cok gelir. Yemek guzeldir de servis kotudur...... Hayat da bazen istedigimizden degisik seyrediyor, verdigimiz kararlarin sonuclari beklentilerimizi karsilamiyor, bir sey iyi giderken baska bir sey kotu gidebiliyor. Bunu kabul etmekle beraber ben size yine de hayatinizi cok guzel bir restoranda, keyif icinde, sevdiklerinizle bir masayi paylasip, lezzetli bir yemegi yer gibi gecirmenizi diliyorum.

Sevgimle, 04.01.2006, Cenevre"

364 gunde degisen bir seyler olmamis.....

Jan 1, 2007

Gecmis senenin hesabini yapmadim, yeni seneye planlar koymadim. Boslukta olmak istiyorum, kimseye bagli kalmadan, kimseler bana baglanmadan. Istedigim anda istedigim yere gitmek istiyorum. Tutan mi var? coooooooook........

Bir de hosgeldin yeni yil derler ya, onu da anlamam. Biri bana aciklar mi?
Orada bir blog var uzakta, o blog benim blogumdur....