Apr 27, 2007

Gelecek korkusu

Bu aralar pek birsey yazmak istemiyorum. Icim karardi cumhurbaskanligi seciminden. Aslinda secimin kendisinden cok adayin ortaya cikis seklinden, adaydan, mecliste olan bitenden. Okudugum yorumlar da ilginc. Mesela Abdullah Gül'ün ilimli olacagini söyleyenler var. Gül'ün sahsinda degil ama cumhurbaskanligi, basbakanlik ve meclisin cogunluk koltugunun ayni tarafta toplanmasi korkutmuyor mu onlari. 7 yil boyunca bu üclünün neler yapabilecegi düsündürtmuyor mu.

AKP yi desteklemeyenlerin bir kisminin da bu duruma karsi cikmamasi beni sasirtiyor. Gazetelerden okudugum bazi satirlar beynimde yanip sonuyor:
Sezer "Rejim tehlikede" dedi
Büyükanit "Cumhurbaskani Türk Silahli Kuvvetlerinin de baskomutanidir"
Sezer "Cumhurbaskaninin yetkilerini fazla buluyorum"

Bunlar hic mi birsey ifade etmiyor. O zaman Iran darbesini acip okuyun diyorum. 1979 daydi galiba. O zamanlar yedi yasinda oldugum icin hafizamdan degil kaynaklardan yararlandim detaylari hatirlamak icin. Ama detaylar önemli degil.
Onemli olan Humeyni'nin İran'a özgürlük ve adalet sözleriyle gelip demokrasi ve hukuk devleti yerine binlerce idam , seriat düzeni getirmesi. İran mollalarının bağnaz, gaddar ve çağdışı despotizmiyle Iran Cumhuriyeti'nin kurulmasi.

1993-1997 seneleri arasinda Diyarbakir'da calisirken bizleri ne kaldirima oturmus kalasnikoflu korucular, ne de bakkallarda Turkce gazete sattirmayan PKK'lilar korkuturdu. Asil korktugumuz kapali bile sayilabilecek kiyafet giyen bayanlarin koluna, bacagina jilet atan hizbullah üyeleriydi.

Birkac seneye kalmaz döneriz galiba dedigimiz ülkemize artik dönmesek mi diyoruz. Belki korkaklik, belki bencillik, ama cocuklarimizin geleceginden, Turkiye Islam Cumhuriyeti'ni görmeleri ihtimalinden korkuyoruz.

Offffffff........

Apr 23, 2007

Cenevre-Tren-Buzlar Kralicesi-Plath-Kahve-Sigara-Basel

Calismadigim yillarda aliskanlik haline gelen Paris'e tek basima yaptigim tren yolculuklarini özlemistim. Bu aralar öyle bir seyahat hazirligi icindeyken Basel'deki arkadasim cagirdi. Dün sabah kitaplarim ve müzigimle atladim trene.

Tasitlarda kitap okuyabilen, yazi yazabilen sansli insanlardanim. Bazilari varki iki kelimelik sms mesaji yazarken ya da tabelalari okurken mideleri bulanir.
Sansimi sonuna kadar zorlayip uzun yollarda ters tarafa oturmayi da seviyorum. Gidecegim yönü görmektense gectigim yollari görmek bana daha cok keyif veriyor.
Trene binenlerin cogu trenin gidis yönünde yer bulmak icin atak davraninca bana da "ya sundadir ya bunda....." diyerek bir koltuk secme lüksü verildi. Degmeyin keyfime, nasil güzel yerlesmisim, sanirsiniz evimdeyim, kirmizi kanepemde yayilmisim. Müzigi ayarlamisim, kitabimi acmisim, hava günesli, piril piril, sessizlik hakim ortaliga. Karsimda 70 yaslarinda, hos, zarif, ama bakislariyla buz gibi hava yaratan bir bayan oturuyor. Tipik yasli Isvicreli bakislarina sahip olan bayanla iletisim kurma gibi bir derdim yok cok sükür. Aksi olsaydi bu benim icin 2007 senesine damga vuracak bir dert olurdu. Ama sacimdan, basimdan Isvicreli olmadigimin farkinda, kitabimin kapagini görmeye calisiyor kisik gözlerle. Inatlasip kitabi katlayabilirim de, ama tam tersini yapip aramizdaki kücük servis masasinin ortasina koyuyorum. Gözlerinin elimden masaya kayisini ama bu esnada ojemin renginde hafif bir duraklayisini keyifle seyrediyorum. kitabin adinin yarisini anlayip yarisini anlamayisina katkida bulunmak icin kulakliklardan tasan müzigin sesini aciyorum. Gözleri iyice kisiliyor, ve bir süre sonra zorla kapaniyor. Cünkü beni incelediginin farkinda oldugumu fark ediyor.

Ozellikle Türk diyemem ama yabanci düsmani oldugu herhalinden belli olan bayan daha fazla kapali tutamadigi gözlerini soldaki adama dikiyor. Onda fazla zaman kaybetmiyor, nasil olsa Japonlar dünyada genel kabul görmüs insanlar, ne ziyaretci ne de ev sahibi olarak siniflandirilmayan bir millet. Japonun karsisindaki adamda bir süre oyalanan gözlerle beraber zaten ince olan dudaklari bir cizgi halini aliyor. El Pais okuyan orta yasli adam bu cizginin farkinda degil, farkinda olsa da anlamini düsünecek degil. Ne zaman nasil basladigini bilmedigim bir önyargim tekrar ortaya cikiyor; dudaklar inceldikce antipatiklik artar.

Buzlar kralicesi tekrar gözlerini kapatmak ihtiyacinda, ama manzara da güzel. Ve herseyin suclusu benmisim gibi yokolan dudaklariyla bana meydan okuyor. Ben de kadim dostumun sinavi nasil gecmistir merakiyla kralicenin anlamadigi dilden kitap ve müzige bir de konusma ekliyorum. Biletler numarali olmadigi icin kralice yerini degistirip beni ve kendisini huzura kavusturuyor.

Sylvia Plath'in Günceleri'ni okurken seneler önce okudugum Sirca Fanus'u ve "Mad Girl's Love Song" siirini tekrar okumaya karar veriyorum. Plath'in yaklasik 50 yil önce duygularini, düsüncelerini ifade etme cesaretine bir kez daha hayran kaliyorum. (Cesaret, hele ki bir kadinin cesareti, önemli bir sey, bu konuda da yazmak istiyorum). Gecen yarim yüzyilin bazi satirlari eskitememis olmasi ne hos.

-"...Suclamak icin ortada bir hakkin olmadigi ama gene de bir bicimde bir inanc ve güven ufalanmasi oldugu duygusu. Bir insani biricik olmaktan olagan olma durumuna indirerek de olsa, bir ussallastirma, bir hosgörme yolu oldugu duygusu...."
Tesadüftür ki "Perdeler ve Degerler" baslikli yazima dün bir yorum gelmisti. Yeni tanisilanlara bastan on puan ya da sifir vermek, arada degerlendirme yapmak üzerine.
Plath'in 50 yillik düsüncelerini paylasinca geri kafali mi oluyorum.
"Ortada suclamak icin hakkin yok ama inancini kaybediyorsun" bu enteresan bir sey. "Hakkin yok" onemli bir nokta. Ama O insani biriciklikten olaganliga indirerek aklinca ve bencilce Onu yok etmiyorsun. Ama bunun da eski-biricik icin ne büyük bir ceza oldugunu düsünmüyorsun. Bir zamanlar bütün özel haklara sahip olmak ama olaganlastirilinca verilenle yetinmenin gurur kiriciligi, siradan olmak...
Iliski kesilse, tarihe gömülse her iki taraf icin de daha hayirli olacak. Iste bu noktada cesaret giriyor sahneye. Cesaret önemli...

O kadar cok satir var ki bu kitapta anlamini düsüne düsüne okudugum. Ama yine de depresif tarafini unutamiyorum Plath'in. Bu kadar karmasik, hüzünlü mü olunmali. Hele hayattan kendi rizasiyla cekip gitmesi. Benim icin hic kolay degil bunu anlamak. Daha hayatta tadina varilacak bir cok sey varken.... Görülecek yerler, yasanacak iliskiler, güldürecek ve aglatacak olaylar... Acaba mutluluk genetik mi....., degil bence.
Karakter gibi dogarken insana hediye edilen bir özellik mi.....
Belki

Bence Basel Cenevre'den daha güzel bir sehir.
Basel dönüsündeki tren yolculugunu ise bir süredir yazmayi planladigim bir mektup ve uykuyla geciriyorum. Zamansiz uykunun bedeli ise bu saatte hala uyuyamamis olmak, olsun, en azindan beynimdeki kelimelerin bir kismini bosalttigim icin rahatim.
Koyun yerine yildizlari saymali...

Apr 22, 2007

Darisi basiniza...

Dün aksam esimle raki kadehlerimizi keyifle tokustururken cok güzel sohbet ettik. o kadar ki kadim dostuma msn de "derin sohbetteyim" diyerek rekor sayilacak derecede kisa bir cevap yazdim.
Asil hangi konuyla baslamistik hatirlamiyorum, ama en cok üzerinde durdugumuz mutlu, basarili evliliklerin temelinde yatan nedendi. Bu arada 25 Mayista on yillik evli olacagimizi dile getirdigimizde ikimiz birden"vay be o kadar oldu mu" deyiverdik.

Bu sohbeti detaylariyla yazmama gerek yok, bir erkegin gözüyle - ki kadinlar icin de gecerli olmali- mutlu evliliklerin (ben de birliktelikler demek istiyorum evlilikle sinirlandirmamak icin) sirlarini özetlesem yeter
*Birlikte olunan kisiyi degistirmeye calismamak. 3-5 ya da 15 yil sonra eslerden birinin "sen benim evlendigim erkek/kadin degilsin, cok degistin" serzenisi aslinda bu gecen süre icinde birinin öbürünü degistirme basarisinin sonucu. Hem degistirmek icin ya da kendine benzetmek icin elinden geleni yap hem de seneler sonra aynaya baktiginda kendin gibi birisini görünce sikayet et.... tutarsizlik mutsuzluga neden olur
*Birlikte olunan kisiyi farkliliklariyla ve bu farkliliklari yasama özgürlügüyle kabul etmek
i.e. kocam cuma aksamlari desperately desperate housewives seyrediyorken ben de bilgisayarda zaman geciriyorum, no problem
*Kosulsuz güven
*Kosulsuz dürüstlük
*"Sadece yaptiklarin icin degil yapmadiklarin icin de tesekkurler" demek ve bunun neden dendigini anlamak
*Kari-koca olmakla beraber arkadas, dost, sevgili kalabilmek

ve bir kac madde daha var. ama onlari da artik siz kesfedin....

Apr 20, 2007

Gurur

gururun fazlasi kötü bir sey,

biraz kendini begenmislige de giriyor ama narsistlikten farkli
farki
fiyati
ne kadar cok gururlu olunursa o kadar cok alingan olunuyor

vayyyyy, bana ha,
nasil bunu düsünmeye ve/ya yapmaya cesaret edebildi
sorulari gidip geliyor
gelip gidiyor

biraz daha mütevazi olmak lazim
herkes fani
her an hersey olabilir

evren bosluklari doldurur diyorlar
inanmiyorum

bosluklari biz yaratir biz doldururuz
sonra yine biz bosaltiriz

keyif bizim keyfimiz degil mi

Apr 18, 2007

sandiydim...

Genelde sabahlari bulurdum onu, ama bugün yoktu
Bir görünüp bir kaybolmasina alismistim
Nasil olsa cikar dedim ortaya
Günboyu sabirsizlikla bekledim
Oglen oldu, yok, ögleden sonra oldu yok....
Yine ne yaptim da kizdirdim
Tamam, bu sefer gercekten kaybettim
Hic benim olmamasina ragmen kaybetmeyi hissetmek cok acitti
Acidikca öfkelendim, öfkelendikce umudumu kaybettim
Icimde bir bosluk

Tamam bu sefer gercekten kaybettim

Aksam oldu

Aaa bir de ne göreyim yerinde duruyor

Je suis tombé du ciel et je suis fou de joie
La la la la la la... la la la la la la...
La la la la la la... et je suis fou de joie

Apr 17, 2007

X Y Z.... e sonra kimler geliyor?

Gazetede bu yil evlenmek isteyenlerin 07.07.2007 tarihi icin siraya girdikleri yaziyordu. Nedir bu tarih takintisi anlamiyorum. Bir zamanlar 2000 yilinda dogurma takintisi vardi benim cocugum milenyum cocugu olacak diye. Olaylari dogal akisina biraksak, olacak olan dogacak olan kendi rizasiyla olsa. 07.07.1977 tarihinde dogmus bir arkadasim var. Bence bu tarihte dogmus olmanin en büyük avantaji benim gibi balik hafizali birisinin bile dogumgününü unutamamasi. Sevgili Ceyhun sana güzel bir 30 yas dogumgünü yakisir, bu konu üstünde calisalim Ebru gelince.

Baska seyler yazacaktim ama konu konuyu acti, ve baska bir alana gecmek istedi canim; Generation Y. Bu konu da nereden cikti demeyin, evrende hersey birbiriyle alakali. Milenyum cocuklari Y kusaginin alt kümesi de oradan cikti.

Y kusaginin (1978-1997) genel özellikleri nelermis:
-narsisizm yükselen bir değer
-“herşey benimle ilgili” anlayışı
-empati yoksunu, saldırgan ve iletişim kurmakta sorunlu
-hakarete ugradiklarinda ya da tehdit altında olduklarini düşündüklerinde narsisizm yoluyla bir kacis aradiklari
-problemlerini gelen uyaricilari kontrol ederek çözmeye calistiklari ama bunun onlari daha büyük cözümsüzlüklere ittigi
-aşırı lüks düskünlügü
-ün meraki
-kendilerine zarar veren davranislar konusunda bugüne kadarki en israrli kusak
-kendilerini bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm kusaklardan daha iyi gördükleri icin calisma koşullarina en zor ayak uyduran kuşak
-sürekli olarak savunmadalar ve kendi baslarina calismayi, baskalariyla calismaya tercih ediyorlar
-sürekli olarak dikkat çekme ve kendi hakkinda düsünme egiliminde olduklari icin,asiri tüketim kültürü ve niteliksiz medya ortamının da katkisiyla, dünyaya olan ilgisizlikleri körükleniyor

Söylenenler bir yerde Ygencliginin bir önceki kusaga oranla depresif oldugunu da acikliyor aslinda. Kendisi haricinde baskalarini kendi mutsuzluk ya da basarisizliginin nedeni olarak görmeleri de mantikli gelmeye basliyor bana.
Gazetelerden, bloglardan, degisik cevrelerden tanidiklarimi, bildiklerimi düsünüyorum. Herkesten, herseyden sikayetle dolu düsünceler, özellikle kendilerinden önceki kusaga elestiriler, gelecegi gözardi etme, bir kisminda yasamadiklari gecmise özlem, maddiyatin ve calisma hayatinin önemli olmadigi ama markalar ve son model teknoloji harikasi aletlerle donanmalari... tutarsizliklarla dolu bir hayat görüsü.

Ylerin begenmedigi X kusagi (1965-1976) ise sikayetle sizlanmayla vakit kaybetmeyen, yeni firsatlari degerlendiren ama ayni zamanda kontrollü yasamaktan da bir türlü vazgecemeyen, hayal kurmaktansa ulasilabilir hedefler icin zaman ve enerji harcayan, kariyer takintili, is hayatini statü ve gelir amaclari dogrultusunda ön planda tutanlardan olusuyor.

Bence Xler ve Ylerin arasindaki en büyük fark özgürlük (istedigini istedigi zamanda istedigi sekilde yapabilme) kavraminda ortaya cikiyor. Xler özgürlüklerini ilan edebilmek icin egitimi ve isi ciddiye alip parayi özgürlügün anahtari olarak kullanirken Yler zaten daha özgür dogup yasadiklari icin anahtara ihtiyaclari oldugunu düsünmüyor. Anahtar olmayinca hedef olmuyor, uzun vadeli planlar yapilmiyor, sahip olunanlarin degeri bilinmiyor.
"Istanbullular" da ki Tijen (24) ne diyordu "...bizden önceki kusagin 'kendi ayaklari üstünde durma cabalari'...". Ah bu cabanin verdigi mutluluk, hele bir de amaca ulasilmissa duyulan haz... Bu hazzi yasamanin ne büyük bir sans oldugunu kabul etmeli Yler.

Bu kadar elestiriden sonra Yleri sevdigimi söyleyeyim bari. Onlari seviyorum cünkü rahat, özgür düsünceli, yaratici, degisime ve degistirmeye aciklar, is-ozel hayat dengesini bulmuslar.

Sirada Z kusagi var, bakalim onlar mutlulugu nasil yasayacaklar...

detaysiz... cok eglendik o kadar...

Paskalya tatilini nasil degerlendirelim derdini dört günde Cenevre-Interlaken-Luzern-Zurih-Appenzeller-Lichtenstein-Cenevre turu yaparak ortadan kaldirdik.

Dört cocuk, alti büyük ve üc arabadan olusan bir güruh halinde her gittigimiz yere ses getirdik. Zaten sessiz sakin olan Isvicre sokaklari ve insanlari bizlerin kahkahalari ve kadeh tokusturmalari sayesinde cok mutlu oldular:)

Her ani cok güzel gecen tatili anlatmak istiyordum ama yasandigi kadar güzel anlatamayacagim icin vazgectim. Tatilin güzel gecmesinin nedenleri arasinda iyi bir planlama, planin herkes tarafindan uyumlu olarak uygulanmasi gibi herkesin aklina gelebilecek nedenlerin yani sira katma deger atraksiyonlari atlamamak gerekir.


Bu fotografin cekildigi anda en öndeki arabadaki arkadasimizin teknolojik destegi sayesinde ayni müzigi dinliyorduk. ama ne müzik, Isvicre Isvicre olali böyle zulüm görmedi.

Teknik detay: Ipod FM vericisine baglanir, bos bir FM kanali bulunur ve bu ortak kanal üzerinden radyo gibi yayin yapilir. Pilot ve co pilotlar elleri disariya sarkitarak yüksek volume müzige eslik eder. Memleket özlemi Batsin Bu Dünya, Bir Kulunu Cok Sevdim, Yalnizim gibi eserlerle giderilir:)

Bu gezide ayrica sarabi, ekmek ve peynir ikilisiyle yemek sonrasi tatli niyetine ilk defa böylesine canim isteyerek, böylesine tadina vararak bulusturdugum bir an oldu. Hayirlara vesile olur insallah....

Apr 14, 2007

Düzgün Türkce

Bir arkadasim Türkceyi cok düzgün kullanmaya calistigimi söyledi. Bilincli olmadigini söyledim ama sonra düsündüm ki %100 bilincsiz de degil.
Televizyonda Türk kanali olmamasina ve kisitli sayida ( ah bi de noktasiz i harfim olsaydi) insanla Türkce konusmalarina ve Türkiye de dogmamis olmalarina ragmen kizlarim kelime bilgisi ve gramer olarak Türkceyi güzel konusuyorlar, tek sorun fransiz aksaniyla olmasi. Bilincimi tebrik ederim.
Atatürk'ü bilmeleri, resimlerinde yeri geldiginde Isvicre degil bizim bayragimizi cizmeleri nedeniyle de bilincimi tebrik ederim.
Tek basima olmuyor tabii... Kocami da tebrik ederim.

Apr 3, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 4

ve Spor Insani Katil Eder:)

Spor salonlarina gitmek icin bir cok neden olabilir
-en masumundan saglikli olmak
-yaz kiyafetlerine hazirlik yapmak
-sevgili bulmak (özellikle geylerin bu nedenden dolayi gittiklerinden eminim)
-enerji fazlasini harcamak
-endorfin salgilamak
-stres atmak... vs vs

Ben de haftada iki aksam gitmeye calisiyorum spor salonuna. Gün boyu birikmis ama kullanilmamis enerjiyi harciyorum, günün uyusuklugunu atiyorum vs vs ama son seferlerde bütün bu faydalari sifirlayacak sekilde cikiyorum salondan. Benim kadar sakin insani da cileden cikartiyorlar ya, diyecek bir sey kalmiyor...

Gecen hafta endorfinimi salgilayip mutlu mutlu sporumu bitirdim, dusumu aldim, sacimi kurutma asamasina gectim. Aksam dokuzda salon kapatiliyor, ve o anda 10 dakika kalmis kapinin kilitlenmesine. Makinanin sesinden ve bir an once isimi bitirme gayretinden giyinme bölümünden gelen kisiyi farketmedim. Yanibasimda asabi bir bayan asabi bir tonlamayla sac fircasini neden kullandigimi soruyor. Yanlis anladim sandim, cünkü elimde sadece ve sadece sac kurutma makinasi var. Ben ona bos bos bakarken o da fircayi gösteriyor. Bu bayan bir metre ötede belli ki unuttugu sac fircasini kullandigimi sanmis. Hasbinallah, yani simdi polemige mi girmeli, aciklamali mi.... Gozlerim 8 derece miyop, o anda ne lens var gözlük. Benim icin ötedeki fircanin salatalik ya da televizyon kumandasindan hic bi farki yok, bir karalti iste. Bu kadar kaba, anlamsiz soru soran birisinin aciklamayi haketmedigine karar veriyorum. Ama bir cevap vermezsem rahat uyku da uyuyamayacagim. Soruya soruyla cevap vermeyi sevmem ama bu sefer soran ben oluyorum o uykusuz kalsin diye.
-Hayatimda hic sac fircasi kullanmamisken ortalikta duran, bitli olup olmadigini bilmedigim fircayi neden kullanayim?
-Toplansa benim sacimin onda biri etmeyecek sacina yeten firca benim bir kullanimimda kirilmaz miydi?

yüzündeki ifade yettigi icin sacimi kurutmaya devam ettim. peki bu öfkemi azaltti mi. hayir.daha kötü bir intikam plani yapmaliyim...

lazer ameliyati olamama nedeni olan ince retina tabakama kiziyorum hep senin yüzünden diye. Bir keresinde de kocam diye elin adamina seslenmistim denizde, ama bu baska hikaye...

Bu aksam da hizlica dus alirken bir bayan omzuma isaret parmagiyla iki kere dokundu. Uzaktan "huuu komsu" dese ya. dokunacak ne gibi bir samimiyet derecemiz olabilir, tanisiyor muyuz. Simdi belirtmem gereken bir detay var. Niye hizlica. Buradaki spor salonlarinda giyinme odalari ve dus bölümü kadin-erkek diye ayrilmis olsa da, bayan bayana kabinsiz ya da paravansiz dus almak da rahatsiz edici. Ben bu duruma cok zor alistim. alistim mi ki. Bi de üstüne birisi gelip de dokununca.... iyyyy....
Bu bayan vücut sampuanini getirmeyi unutmus, benden biraz istedi. ben de bu yakin iletisim bitsin bir an önce diyerek, gözlerim kapali, tabii tabii leyip siseyi uzattim.
bes dakika sonra verirken yarim dolu olan sise tamamen bosaltilmis bi de icine su konulup cogaltilarak kullanilmis olarak tertemiz geri döndü. Ben ne yapayim bos siseyi. Ha bunun da cevabi var ama o anlar mi ki...
Bari bi damlacik ayirsaydin be insafsiz kadin.

Kafkaslardan gelen lezzet...

Evde
Iki cocuk
Bir koca
Dört balik
Dört menekse

simdi de bir tanecik kefir.
hergün özel ilgilenmek gerekiyor bu mikroorganizma kütlesiyle.
ben de sasirdim kiminle ne kadar ilgilenecegime.
mikrosundan makrosuna herseye herkese yetismeli.
hele bi de boylesine faydali bir organizmaysa hakkini vermeli.
hem yazik micro da olsa bir organizma o, yasatmali

Apr 1, 2007

Bak postaci geliyor....

Hayatimda ilk kez bilgisayara dokundugumda 19 yasindaydim sanirim. O gün bugündür bilgisayarin ve sagladigi nimetlerin tutkunuyum ben. Sabahtan aksama bilgisayar karsisinda calissam da usanmak nedir bilmeden aksamdan geceye bilgisayarimi yanimdan ayiramiyorum. Reklama girecek ama ozellikle son kullandigim HP Pavillon dv9000 laptopim sayesinde ne televizyon ne de muzik setinin tusuna basmaz oldum. Simdi bilgisayardan bahsedince interneti anmadan olmaz. Faydalari sonsuz olsa da "internet cikti mertlik bozuldu" diyecegim en azindan iki konu var.

Birincisi gazete, dergi gibi yazili basin. Internetten de bunlari okumak mumkunken gerceginin tadini alamiyorum bir turlu. Sayfalari cevirirken cikan hasir husur sesler, kagit kokusu olmayinca tadi olmuyor. Burada avrupa baskisi Turkce gazete bulmak mumkun olsa da ayni zevki yine alamiyorum ama hadi neyse, bu baska konu. Turkiye ye giden birileri oldugu zaman ozellikle Leman, Penguen ve gazete siparislerim oluyor.

Ikinci konu da mektuplar. Mektup yazmayi ve almayi ne cok severdim. Hala da severim ama sanal mektuplar ayni heyecani yasatmiyor. Postayla gonderilen mektuplarin farkli bir heyecani vardi. Acaba ulasti mi, ulastiysa cevap yazildi mi, yazildiysa bana ulasacak mi. Mektup yazmak da basli basina bir zevkti. Hele sevgiliye yazilanlar, hele sevgiliden gelenler. Zarfi acmadan once kalp carpintisinin dinmesi beklenirdi, sonra ozenle zarf acilirdi, zarfin agirligiyla mutluluk dogru oranda artardi.
Simdi ise e-mail ile gonderilen mesajlar (mektup diyemiyorum kesik kesik cumlelerden olustugu icin) bile yok olmak uzere. Skype, messenger, gtalk gibi programlar iletisimi o kadar farkli bir boyuta tasidi ki artik mesaj yazmak bile usenilecek konu haline geldi.
Ben de butun bu gelismelerin yazma zevkimi öldürmemesi icin actim sanirim bu blogu. Sanirim cünkü baska nedenlerde olmali günlük niteligindeki sayfalarin olusturulmasinda. farkli cevrelerden arkadaslarima bir süre sonra ayni seyleri yazmaktan, copy paste yapip ya da bcc yi isimlerle doldurmaktan utanip blog acayim bari dedim, isteyen okusun, nasil olsa benim yazma oranim her zaman icin cevaplardan cok daha yüksektir.
Herneyse, mektup konusunu dagitmayayim. Isin farkli bir yönü de sanal mektuplarin bir tartisma konusuna son verdigi. Mektup mektubu alanin midir, gönderenin mi. Hayran oldugum Can Dündar'in satirlariyla devam ediyorum.
"...Attilâ İlhan, "Mektup, yazanın değil, alanındır" der.Mektubu alan, -Nâzım'ın sözcükleriyle- "Onlar, tıpkı çocuklarımız gibi, müşterek malımızdır" diyebilir ve bu kararda hak iddia edebilir.
Ve genelde söz hakkını "Onlara kıymama" yönünde kullanır.Neden?* * *Genellemeleri sevmem ama burada kadınlarla erkekler arasındaki bir farklılık ortaya çıkıyor sanıyorum.Erkek "ketum" diye bilinse de -yetişme tarzı itibariyle- teşhircidir. Anlatmayı, göstermeyi, böbürlenmeyi sever. Aşk satırlarını çoğu kez öyle hissettiği için değil, muhatabını etkilemek için yazmış ya da bir yerden kopyalamıştır.Kadın, -duyguları sergilemeyi ayıp sayan yetiştirilme tarzının etkisiyle- mahcuptur. Titizlenir mahremiyetine... Kâğıda döktüğü hislerine yabancı göz değsin istemez. Hele günlükleri... onlar, zaten kendisiyle konuşmalarıdır. Başkasına diyemedikleri, kendine bile itiraf edemedikleri... Belki yarın pişman olacağı satırlar... Bu dertleşme tutanaklarını, değil yayımlamak, en yakınının okumasına bile izin vermez.Piyasada kadın günlük ve mektuplarının erkeklerinkinden az olmasının bir nedeni de bu olsa gerektir.O sayfaların çoğu bir şömine ateşinde kül olmuştur çünkü...* * *Nâzım, Piraye'den ayrılırken "Yaşamımın en güzel sevdasının vesikaları" dediği ve "kimseden gizlenmesine gerek görmediği" 581 adet mektubunu geri istemişti. Piraye yollamamış, onları itinayla saklamış ama yaşarken yayımlanmasına razı olmamıştı. "Ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın" demişti. O öldükten sonra Nâzım'dan ona gelen 581 mektubun tümü yayımlandı.Kendisinin ise sadece birkaç mektubu vardı, Nâzım'a yazdığı yüzlerce mektuptan geri kalan...Bu durum, kadın ve erkeğin sevme biçimleri hakkında da bir fikir veriyor bize..."

Bir arkadasim vardi, yazdigi mektuplarin fotokopisini ceker gönderir, aslini kendine saklardi.
Bu derece abartmasam da ben de mektup gönderenindir diyen taraftayim ama artik bu konuyu tartismak faydasiz. Sanal mektuplar nasil olsa artik gonderende de oluyor alicida da. Isteyen siler, isteyen arsivler.

Mektuplarin yokolmasiyla postacilarin da yaptigi isin zevki azaldi. Buradaki postacimiz faturadan baska bir sey getirmiyor senelerdir.
Antalya'da ki postacimizi hatirladim simdi. Sene 87 ya da 88. Bizim oturdugumuz mahallenin postacisi gazetede haber olmustu. Adam dagitmasi gerektigi mektuplarin bir kismini dagitmaz, evine götürürmüs, kendisine gelmis gibi okurmus. Begendiklerini saklar, begenmediklerinin zarfini yapistirip alicinin posta kutusuna atarmis. O zamanlar mektuplarim düzenli geldigi icin bir taraftan, of ucuz kurtardim diyerek sevinir, bir taraftan da bana gelen mektuplari neden begenmedi diye merak ederdim.

Cuma aksami arkadaslarimizla beraberdik, rakili,sazli sözlü cok keyifli zaman gecirdik. Herbirimizi ayri ayri duygulandiran sarkilar, türküler söyledik. Hatta animsayamadigimizda esimin yegenini aradik canli yayinda bize söylesin diye. benim istek türküm Yavuz Bingöl'den "Kara Tren"di.

Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel yada haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez
Yara bende derman sende
Ya kendin gel yada bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Ben de bu geceki mektubuma son verirken selam eder, sevgilerimi sunarim...
Orada bir blog var uzakta, o blog benim blogumdur....