Mar 31, 2007

Berfin 5 yasinda

Bugün bir hafta gecikmeli olarak Berfinimizin dogumgününü kutladik. Program tamamen onun istedigi sekilde uygulandi. Sadece iki arkadasini cagirdi. bu yasta da bu kadar secici olunmaz ama Berfin bu, her sey normal. Arkadaslari gelince onlarla sinemaya gidilecek, sonra evde pasta yenilip müzik dinlenecek.

Onlar sinemaya gitti, ben de evde hazirlik yaptim.

Ilk tespit: Kirmizi balonlar digerlerinden daha zor sisiriliyor. Kullanilan boyanin bir etkisi olmali.









Berfin büyüdügünde palyaco olacakmis. Bu aralar herseyimiz palyacolu









Cocuklar büyüyor biz de cocuklarla beraber büyüyoruz. Cocuk sahibi olmanin en keyifli yanlarindan biri de bu olmali...









Berfin enteresan bir cocuk. simdiki cocuklarin hepsinin bizim cocuklugumuzla kiyaslandiginda enteresan oldugunu kabul ediyorum ama Berfinin daha bir degisik oldugu da bir gercek. Ve bunu benim kizim oldugu icin degil, belki de tipiyle, huyuyla (huysuzlugu demek daha dogru), anlasilamayan yönleriyle bana cok benzedigi icin yaziyorum. Insanin kendisinin kopyasini önünde görmesi cok farkli.
Aslinda karakterinin bana bu kadar benzediginin farkinda degildim gecen haftaki toplantiya kadar. Konustugumuz konu Berfinin sinif atlayip atlamamasiydi. Ben yasindan büyüklerle bir arada olup, zamanindan önce büyümek zorunda kalmasina karsi oldugum icin kabul etmedim. Ogretmen okuldaki Berfini anlattikca gülmekten gözlerimden yas geldi.
Bir aksam yemegi esnasinda lokma bogazimizda kalip ne diyecegimizi bilmez bir halde esimle birbirimize bakmistik. Kendi halinde ama belli ki kafasinda bir seyler gecirerek yemegini yiyordu. Sonra herhangi bir oyuncaktan ya da okulda olan bir seyden bahsedermiscesine "Onemli olan ne biliyormusunuz" dedi ve bu gramer olarak soru olsa da soru sormuyordu cünkü cevabi zaten biliyordu. "Onemli olan yasamak", catal elimde kala kaldim. Bu kelimeler herhangi birisinin agzindan ciksaydi belki cok etkileyici olmazdi, ama daha o zamanlar dört yasindaki bir cocuktan cikinca agirligi kaldirilamiyor.
Bir baska gün de "ben bütün denizleri görmek istiyorum" demisti.
Bundan daha güzel bir istek olabilir mi.
Bir an önce Kas'a gitmeli...

Mar 30, 2007

Dünden Bugüne

*Yeni aldigim dudak nemlendiricisini kullaniyorum, Jolie Jolie dolasiyorum. Angelina halt etmis yanimda
*Nespresso makinasininin yanina yeni bir kutu konmus. gece mavisi. rengi tadindan daha guzel. Ensibuko idi adi galiba. simdi kalkip bakmaya üseniyorum.
*Gotan Project bileti icin Grand Casino nun kapisinda dilenmeye hazirim
*Spor oncesi solaryumda uyumanin cok iyi geldigine karar verdim. 10 dakikalik uykuyla 50 dakikalik spor daha iyi yapiliyor.
*Evde kagit mendil kalmamis, kizlarin burnu akiyor. alternatif olarak tuvalet kagidi kullanilmasini onerdim. Istanbullular da da kagit mendil kullanmanin toplumsal ve kisisel bir davranis bicimiyle alakalandirilmasini okudum
*Meteo programinda bugun icin havayi günesli göstermislerdi. Kizlara ince montlarini giymelerini söyledim. Vicdanimin ve aklimin anne tarafi cok pisman.
*Mart ve nisan aylarinda dogum günü kutlamalari rekor seviyeye cikti. Bu aylarda doganlarin aslinda olum tarihleri haziran- temmuz a geliyor, himm yaz tatili cocuklari.
*Hediye secmek kadar keyifli bir is yok. Hem sasirtici hem de mutlu edici hediye bulmakta basarili oldugumu dusunuyorum.
*Bana da bugüne kadar cok güzel hediyeler alindi, haksizlik etmeyeyim, ama "vay be, su fikre bak" dedirten de olmadi.
*Sevgili kocacim, sen bu satirlari okudugunda lütfen alinma, sözüm meclisten disari. ihi ihi ihihi

EK (15:26)
*bes dakika sonra para saymaya gidiyorum:(

Mar 28, 2007

Cenevre'den Insan Manzaralari - 3

Tramwaya kosarak bir adam bindi. Nefes nefese kalmisti. Oturacak yer kalmamisti, ayakta durabilirdi ama koridordaki basamaga oturmayi tercih etti. Her durakta inen binen insanlar adamin yanindan söylenmeye benzeyen bakislarla geciyor, o ise hic farketmeden oturmaya devam ediyordu.
Mat lacivert-bordo beresi vardi, Trabzonspor'un renklerini hatirlatti bana. Niye bu detayi hatirladim ki. Pantolonu ya da montu nasildi?
Elinde kücük bir not defteri, acik olan sayfada uzun bir liste. Kalemle her satira bir eksi koyuyor bir arti. bazen de soru isareti.
Listeyi merak ettim. Tam yanibasinda duruyordum ama o kadar minicik, ecis bücüs yazilmisti ki kelimeler, okuyamadim. Benden baskasi da farkinda degildi olan bitenin. Hic bir seyi de merak etmediler.
Ama ben onlarin neden merak etmediklerini merak etmedim. Umursamadim. Beni sadece ve sadece o liste ilgilendiriyordu, adam da degil.
Alisveris listesi? Günlük yapilmasi gereken isler?
Sonra aklima korkunc bir fikir geldi. Halbuki cok da keyifliydim.
Ya o adam ölmek üzereyse ve ölmeden önce yapmak istedigi, yapabildikleri, yapamadiklari, hayalleri listelediyse.
Ya her satira bir isaret koymadan önce uzun uzun düsünmesinin nedeni kalan zamani yapmak istediklerine böldügünde cikan sayinin "deger mi/degmez mi" elemesinden gecmesiyse..... Belki de siradan bir listeydi, ama ben o kadar cok kendimi kaptirmistim ki fantazime, adamin hangi durakta indigini bile fark etmedim.
Seytan azapta gerek
Simdi isin yoksa düsün bir an önce yapilmasi gereken isleri zaman bitmeden.

Madame Gros'yu ziyarete gitmeli. gec olmadan.
Madame Gros yani Elaine Gros oturdugumuz apartmanin giris katinda oturan, minik bahcesinde her mevsim bakimli cicekleri olan, kaplumbagalari salina salina gezinen komsum. Soyadina takilmayin, oyle sisman, iri yari bir bayan degil. Zamanin eskittigi ve eksilttigi minicik bir bedeni var. Gümüs rengi kivircik kisa sacli, kücük ama sivri burunlu, incelen ve kirisan derisi altinda damarlari sayilan 96 yasinda bir hanimefendi Madame Gros.
Gecen yil ölen bir arkadasinin kedisi, Téo, ile yasar. Arada 70 yaslarinda oglu ugrar, her cumartesi aksami yemege cikarlar. Sosyal hizmetler ile ilgili bir servis arada yemegini getirir. Son zamanlarda cok az cikar alisverise, ama mutlaka bir sise kirmizi sarap vardir sepetinde.
Ben hamileyken, demek ki o zamanlar daha yeni 90 li yaslara gecmisti, agir apartman kapisini bana tutardi geceyim diye, ben de aman kapinin altinda kalmasin diyerek nefes nefese apartmana girerdim. Kizlarim da simdi Madame Gros ya selam vererek, kaplumbagalari seyrederek geciyorlar onun bahcesinin önünden.
Ah o kaplumbagalar, neredeyse erken dogum yapmama neden olacaklardi. Berfin'e hamileydim, son aylar artik, karnim burnumda. bahcenin önünden gecerken "iiiyyyk,iiiiyyyyk" diye sesler. Panik icinde seslendim "Madame Gros? Ca va? Tout va bien? " Minik adimlariyla bahceye cikti, o da sasirarak bana soruyordu niye seslendigimi. Yani dedim, garip sesler duydum da, bir sey oluyor sandim, kem küm. "Non, non, madame" diyor baska bir sey diyemiyor gülmekten. Olan kaplumbagalarin ciftlesmesiymis, onlarin sesleriymis. Ha aman, iyi dedim kactim, utancimdan yüzüm kipkirmizi, ne vardiysa utanacak.

iki hafta önce Madame Gros yu rüyamda görmüstüm. evi bombostu, ama tek tek odalari gösteriyordu bana, esyalarla görmeliydin bu evi diyordu, resimlerle, anilarla. Baska da bir sey hatirlamiyorum o rüyadan. Sabah kalktigimda hayir olsun dedim ama Madame Gros ya ugramadim. Umursamadigim icin degil, onu yerinden kaldirip da kapiyi acma zahmetine sokmamak icin.

Dün apartman görevlisiyle karsilastim (ki burada apartman görevlisi olmak da cok hos bir is, kismetse baska bir yazida anlatirim), ona sordum Madame Gros'nun nasil oldugunu. "Iki hafta önce yaslilar hastanesine (huzur evi degil) kaldirildi. Belli bir hastaliktan degil. Yaslilik iste. Artik yemek yiyecek bile gücü kalmamisti. Serum takmislar ilk iki üc gün, simdi daha iyi".
Aklima ilk Téo geldi. Téo aralik birakilmis pencereden eve girip, cikiyormus, bahceye de yiyecek koyuyorlarmis.
Cumartesi, olmadi en gec pazar günü Madame Gros yu görmeye gitmeliyim. Giderken onun her görüsünde cok begendigi kirmizi gömlegimi, siyah pantolonumu giymeliyim. Bir kadin her zaman bakimli, özenli olmali der. Makyajimi özenle yapmali, tirnaklarima oje sürmeliyim.

Mar 27, 2007

dünyama girmek icin vize aldin mi:)

Kadinlar günü geceli cok oldu ama hala bir sürü mesaj geliyor konuyla ilgili. Bunlardan birisi de Can Dündar'a mal edilen ama onunla alakasi olmayan bir yazi. "Bir Kadin" baslikli, powerpoint de slideshow olarak hazirlanmis birileri tarafindan, ve sanal alemde oradan oraya gönderiliyor. Bir kadin odur, budur, ona soyle davranilmali, boyle konusmali vs vs... Benim karsi oldugum insanlari guruplandirmak, onlara etiketler yapistirmak gibi eylemlere bu yazi iyice renk katti.

Ozellikle de son paragraf beni bayiltti.
"Bir Kadin Yalnizdir Aslinda.Hiçbir zaman kadini bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyasi vardir ve orada hep yalnizdir. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanin kapisini açamaz. Yalnizlik onun siginagidir. O siginaga ne zaman girecegine, ne kadar kalacagina hep kendisi karar verir. Siginaktayken oradan çikmaya zorlarsaniz onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz..."

Her insanin kendisine ait özel bir dünyasi vardir, kadinlarin, erkeklerin, cocuklarin, yaslilarin, genclerin... ama bu yalniz olundugunu göstermez ki. O özel dünya kimine acilir kimine acilmaz, ama cok da büyütülecek bir konu degil. Bak bak, bi de siginak diyor, nükleer savas mi cikacak. Birisini tanimak, anlamak isteyince, ve bu istekte samimi olunup, art niyetle yaklasilmadikca (ki yine kadin erkek ayrimi yapmiyorum) insanlar dünyalar arasi dolasmaya cikabilirler. "hic bir anahtar o dünyanin kapisini acamaz"mis. anahtar söz konusuysa o zaman insanlarin üstüne kapilar da kilitlenebilir ve anahtar denize atilabilir, ondan sonra da cilingir bul olur olmaz bir saatte.

Kimi insan vardir ketumdur, kimisi herseyini döker ortaya. Ketumlar edebiyatta kullanilacak ya, gizemli olurlar, ici disi bir olanlar da kimine göre samimi kimine göre de basit kalirlar. Hayatta ugrasilmasi gereken bir sürü dert varken, offf offf.... yalnizlik siginakmis da, oymus da buymus da.

Bugünkü gazetede söyle bir haber vardi; Brezilya'da 52 yasindaki bir kadin kocasini 100 parcaya bölmüs, parcalari önce haslamis sonra da kizartmis. Simdi bu kadinin kendine ait dünyasini sorgulamak mi gerekir? ruh hastasi, baska ne diyeyim. Simdi birileri cikacak, kimbilir kocasi neler yapti da kadin bu hale geldi diyecek. Haydaaa, isin yoksa kalk ölmüs adamin gizli dünyasini arastir.
Ayni evin icinde bu kadar gizli dünya olursa olacagi buydu zaten, birine hapishane, öbürüne de toprak alti dünyasi.

Mar 26, 2007

Daha iyisi

iki bardak bir siseyle raki masasi olmaz. Bu nasil


simdi de rakiyi unuttuk...

Mar 25, 2007

Bir süre idare eder...

Cuma günü kadim dostumun gönderdigi kitaplari görünce cok bi mutlu oldum. Sec begen al. hangisinden baslamali diye düsüne düsüne pazar aksami oldu. Karar verdim Buket Uzuner'in "Istanbullular" ina basliyorum.

Kitaplardan birisi de Sezen Aksu'nun "Eksik Siir"i. Siir kitaplari öyle roman, hikaye gibi bir oturusta okunmaz ya ben de bir oyun oynuyorum bu kitapla. Oylesine bir sayfa aciyorum, o sayfadaki siir günün siiri oluyor.
Ilk gün buldugum Sari Odalar'di.

Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi yerime koy birini koyabilirsen
Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen

Ben sen sen diye bittim oğlum
Hadi bakalım unut unutabilirsen
Ben seni yudum yudum içtim oğlum
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen

Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık
Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık
İnan içimde yok fesatlık

Alırım başımı giderim efeler gibi hey
Efeler gibi hey

Bugünkü siiri kadim dostumu düsünerek actim, "Anadilim Ask" cikti. O siiri de bulmak onun görevi olsun artik.

Mar 24, 2007

bu aksam...

Home production gururla sunar:



Ilk cigköfte denemesi

ve bu aksam Yunanistan'la mac var

Haydi bayragimizi sallayalim



yedi sekiz yaslarindaydim galiba, mac aralarini heyecanla beklerdim. "ra ra rasputin lover of the russian queen, there was a cat that really was gone...."

4-1, yok deplasmandaydik, 1-4

lalalalalalalallalalaallllllaaaaaaa

Mar 22, 2007

Ciiiinnnnngggg etti

Cayimin yaninda tatli cevizli sucugu yerken yine dedeme giyabinda soylenmeye basladim. Tatli sucugu bilmeyen var midir. Ceviz ici bir ipe dizilir, ip uzum suyuna batirilir ve güneste kurutulur. Yani bu kadar basit bir islem degil ama benim bildigim kadari bu. Teknigi bir tarafa birakiyorum. Sonuc olarak herhangi bir yerden alinmis degil, annemin yaptigi sucugu her isirmamda "ah dede ne yaptin" derken buluyorum kendimi.
Dedemin memlekette kücük bir üzüm bagi vardi. varDI. ah dede ah....
Her sonbahar annem, dayimlar toplanir köme cikarlar. Köm ne demeyin, google da da aramayin. Ezelden beri köm denir oraya. Cikmak kelimesi kullanildigina göre yukarilarda bir yer. Belli belirsiz anilar canlaniyor, bir kamyonete binmisiz bilmem kac kisi, bir tepeyi asiyoruz.
Köm bagin oldugu yer. Kücük mücük ama üzümleri saraplik bir bag. Sarap icin üzüm toplamaya gelenleri elinde baltayla kovarmis dedem. Namazinda niyazinda bir dede o. Agzina ne sigara ne de icki sürmüs hayatinda, en azindan bilincli olarak:)

Yeri gelmisken itirafta bulunayim.
Dügünümde dedemin visne suyuna votka koymustum, gelinligimin yüzüme yansiyan safligiyla, ellerimle ikram etmistim.
cayir cayir yanicam vallahi.
"degisik ama ferah ferah" dedigi icin cezam hafifletilir mi.....

Gelelim köme. Olayin iyi yani su; eldeki üzümlerin suyuyla yapilan sucuk, pestilden bize de nasip oluyor. yani oluyordu.
Gecen sonbahar dedem sinirlenmis bir seye, kimse ne oldugunu da bilmiyor, satmis güzelim bagi yok pahasina. Ah dede ah, sucugu falan gectim, orasi özeldi be dede. Ne güzel toplanirdi hepsi kocaman olmus cocuklarin bu bahaneyle, kah gülerek kah aglayarak bir ayi beraber gecirirlerdi, bize de köm anilarini dinleyip "ay yine birbirlerine girmisler yok yere" demek düserdi.
Dedemin bir marifeti daha var affedilmeyecek.
Dedem eskinin dinamit ustalarindan. Ozellikle doguda elektrik diregi, köprü gibi topragin iyice
kazilmasi gereken durumlarda kaya parcasiyla karsilasildiginda o kayayi parcalayacak dinamitleri en iyi dedem dösermis. Bir gün (yaklasik 50 yil önce) ön kaziyi yaparlarken testiye benzer bir seylerle karsilasmis. Daha önceden de duyarmis o yörelerde kazi yapildigini, degerli bir seyler bulundugunu. ah dede ah, kazi dedigin arkeolojik kazi, testi - küp dedigin tarihi eser, kimbilir hangi yüzyildan kalmisti.

"...kazmaya devam ettim, üc tane küp. cikardim hepsini, dizdim karsima. icinden pul pul altin cikacak dedim. yaradanin verdigi kuvvetle küregi bir savurdum. Küp cing etti, oldu parca parca"
"ne etti dede?"
"cinnnnggg.... dolu olsaydi tooonnnnng ederdi, ben de simdiye elli kez hacca giderdim"
ah dede ah......

Mar 20, 2007

KIS ADAMI YAKTIK, BAHAR CIK ORTAYA ARTIK

Bu sabah kizlar heyecanla yataklarindan firladilar. Bugün KIS ADAM yakilacak, yarin bahar baslayacak, havalar isinacak, ayak parmaklarimiz sandaletlerimizle özgürlüge kavusacak....

Mavi gökyüzü, beyaz bulutlar, daglarin arkasindan yükselen sevimli günesi göremeyince hayal kirikligiyla okula gitmeyi protesto ettiler. Haklilar tabii. Ogretmenler bir haftadir bugün olacaklari anlatmislar, olmayacaklari degil. Halbuki olasilik üzerine konusulsaydi ben de bir saat boyunca bahar bayramini kar yagisiyla kutlamanin güzelligini anlatmak zorunda kalmazdim.


Onlar hayal kirikligiyla okula gidedursunlar ben de icin icin bütün kis boyunca ikinci kez yagan karla beraber kugularin resmini cekebilecegim diye seviniyordum, ama göle ulasincaya kadar kar yagisi da durdu.

Itiraf ediyorum bugün ise on dakika gec kalmamin nedeni göl kenarinda keyif yapmam. Hic bir sey düsünmeden, beynimi dinlendirmek, sadece baktigimi görmek, dinledigimi duymak... Yok, yok derinlesmeyecegim, bu saatte halim yok, yorgunum, uykum var, hastayim....

Gelelim günün sonuna.

Bugün üc derece de olsa, meteo yarin icin kar yagisi da gösterse kar adami yaktilar. Cünkü burasi Isvicre, verilen kararlar kolay kolay degismez. Bir ay boyunca özenle hazirlanilan kis adam on dakika icinde küle dönüstü.

kizimin bu gece yatmadan önceki son sorusu "yarin bahar basliyor mu?" oldu. "teoride evet, pratikte hayir" gibi sacma bir cevap vermedim tabii ki...














EK:

21.03.2007

07:00

Evin bütün penecerelerinden sirayla disariya bakan Dicle:

"Ghic de printemps gelmemis"

Mar 19, 2007

yetenekli insanlara sinir oluyorum:)

Calistigim yerde bir arkadasim istifa etti. Isten ayrildiktan sonra neler yapmayi planladigini sordum, o kadar cok sey saydi ki imrenmedim desem yalan.

Gittigi bir kurs var su anda, önce o kursu bitirip sonra staja gidecek. Makyaj kursu.. iyyyy ne banal diye atlanmasin, simdi tam tanimi aklima gelmedi, hay allah neydi yaaa, hani filmlerde yarali, ölü falan olur, onun gibi makyajlar ya da cleopatra.. vs vs. "Beni Bulent Ersoy'a benzeten bir makyaj yapar misin" dedim beni ciddiye almadi. Daha sonra da yarim biraktigi resim kursuna devam edip sergi acacak. daha daha sonrasi da var...

Universiteden bir arkadasima da bir kart gondermistim seneler once, o da o karti yagli boya resme gecirerek bana geri gondermisti. Onun müzige de yetenegi var.. bir baska arkadasim da
cok güzel piyano calar. Bir arkadasim cok güzel bir roman yazdi "Zamanya", bir baskasi senaryo calismalarinda bulunup cok güzel yazilarini "Fitil" adli blogunda yayinliyor (bakiniz linkler), bir baska sevgili arkadasimin da hikaye kitabi cikmak üzere.
Bazi arkadaslarim kizlarina muhtesem prenses resimleri cizerken benimkiler cin ayse den oteye gidemiyor.

cevrem bir sürü yetenekli insanla doluyken neden ben bu kadar yeteneksizim tanrim.

ortaokul, lisedeyken en kötü notlarim resim, müzik ve beden egitimiydi. yani yeteneksizligin bu kadari olur. O zamanlar takmazdim, edebiyat, ingilizce, matematik beni doyuruyordu. Ama simdi bu konuya feci sekilde takilmis durumdayim.

gecenlerde Ray Charles'in biyografik filmini seyrederken esime "keske zenci dogsaydim" dedim de, dogal olarak cevabi "sadece zencilerin sesi güzel olmuyor" oldu.

belki de ortaya cikmamis bir yetenegim vardir diye kendime tesellide bulunuyorum. Bir yandan da mantikli bir aciklama bulmaya calisiyorum.

sanatsal yetenegi olan, sanatin icinde olanlar hayal dunyasi zengin olan insanlar ise benim sanat özürlü olmamin tek aciklamasi da bu olabilir. Ayaklarim cok fazla yere basiyor, hayal kurmuyorum. kuramiyorum böyle olunca da herseyi oldugu gibi görüyorum, farkli bir boyut ekleyemiyorum.

Gecenlerde bir arkadasim Cenevredeki araba fuarina gidip gidemedigimi sordu. Cevap gidemedim, vakit olmadi, begendigim nacizane arabayi (Peugeot 207 oldugunu da belirteyim) galeride de görebilecekken hayalimda bile alamayacagim arabalari görmek icin neden oraya gitmek icin stres olayim oldu. arkadasim "o hayale dokunmak bile cok güzel" dedi ama yine de benim kararimi degistiremedi.

Bu sanat ve yetenek konularina takilmamin nedeni en basta da dedigim gibi isten ayrilan arkadasimin yeteneklerini de kullanabilecegi bir sürü güzel ugrasisi olmasi. Benim gibi pasif sanatci olunca, sanati sadece okumak, dinlemek, görmek, hissetmek olarak yasayinca sabah 8:30 aksam 17:30 bir ise gidip gelmek günü dolduruyor.

Esim beni teselli ediyor, "mutfak da bir sanattir, Cenevrede olmayan pogaca, süzme yogurt, un helvasi, gözleme, tursu gibi Türk mutfagi örneklerini basariyla sergilemek ciddi bir yetenek konusudur, hele hele güzel raki sofrasi hazirlamanin üzerine sanat yoktur" dese de ben umudu kizlarimda ariyorum.

Hadi kizim söyle güzel bir "la" sesi ver, bir iki cizik yap, annen bari sanatci annesiyim diyerek mutlu olsun....

Mar 18, 2007

Her yerde kar var....

Yaklasik 10 gün önce kalabalik bir Türk gurubu olarak kayak merkezlerinden birine gitmistik. Ben acikcasi "oooo Gstaad'a kadar gelmisiz kaymadan olmaz" diye hirs yapanlardan degildim, daha dogrusu ailecek degildik. Tercihimizi, havuz, masaj, yeme, icme ve kardan adam yapma aktivitelerinden yana kullandik.




1900m+, sonsuz beyazlik seyretmeyi tercih ederdim...







sanki ormanin önüne kondurulan maket ev



Kizlar da cok eglendi. Hic bu kadar Turkce yogun bir haftasonu gecirmemislerdi. Onlar icin de degisiklik oldu...








Ben de kardan amcamizi cok sevdim ama günes gözümü aldigi icin
mutlu mutlu
bakamadim kameraya.








Bu da otelin balkonundan bir manzara... Johnny Hallyday'in chalet si nerede olabilir diye bakinirken.







Bu haftasonunun ben de biraktigi izlenimler:
-Bar ve restorandan en son ayrilanlar her yerde oldugu gibi biz Türkler olduk
-Kizim evimizle otelde bize verilen apart odayi kiyaslayip "bizim evimizden daha güzel" dedigi icin ona gelecekte böyle bir eve sahip olmanin yollarini anlatmamaya karar verdim
-Evli ya da evli olmayan ciftler: esler fiziksel olarak birbirlerine benzemeseler de davranis ve genel yapi olarak benziyorlar. Ornek: güler yüzlü, esprituel, sakin, kasinti... Aslinda kasintiyi Turkce karakterlerle yazmak istedim ama, ben de noktasiz i harfi yok. Sonra düsündüm ki uyuz insanlar hem kasinti (noktasiz i ile okunmali), hem de kasindirici (gercekten de i)
-Insanlarin bir cogunun (sempatik olanlar) ciddi iliskilerdeki es seciminin nedeni meslek ya da tip degil, eslerin gülme ve güldürebilme yetenekleri
Insanin kalbine giden yol kahkahadan geciyor demek ki.
Soguk insanlarin soguk es secmelerini anlayabiliyorum, cunku birbirlerinin halinden anliyorlardir ama benim merak ettigim normal bir insanin depresif ya da cok karamsar olan, hayattan zevk aldiracak hicbirseyi bilmeyen es secmekteki nedeni ne olabilir. Insanlarin ozel hayatlariyla ilgili soru sormak gibi kötü bir aliskanligim olmadigi icin cevabi ogrenemedim ama icin icin de meraktan catliyorum. Askin gözü bu kadar da kör olabilir mi?
Ilk soru aslinda "Ask var mi?" olmali.
Belki sorularimin cevabini bir sonra ki gezide bulurum. O kadar da sabirli miyim? Bu konu o kadar da önemli mi?
Sahi, ben umursamiyordum ki hic bir seyi...

Mar 14, 2007

Tête en l'air

Dogumgunleri kimileri icin ozeldir, kimileri icin degil. Benim icin ise kendi dogumgunum cok ozel degildir, benim icin ozel olan insanlarin ki ozeldir. oz .. oze.. ozle... ozel...
Ama gecen yaz ki 35 yas partim unutulacak gibi degildi. Ilk muhtesem partim 25 yasimdaydi, o da cok guzeldi.
bundan sonraki kutlama ya 40ta ya da 45te, bakalim o zaman nasil hissettigime bagli.

Can Dundar'in "35 yasimda hayat ve ben" diye bir yazisi vardir bilinen bir de cok bilinmeyen bir ek vardir sonunda

Şayet mutluluğuma
Ege'nin mavi suları şahit olacaksa
Ve bundan sonra yaşayacağım herşeyde
sen olacaksan,
yaşım otuzbeş olmuş,
kırkbeş olmuş
farketmiyor benim için.
Yeter ki
yüreğimde ve bedenimde benimle birlikte yaşa



Bir de Ali Poyrazoglu'nun bir yazisini ekliyorum cok sevdigim icin.

"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler: 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine. Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür.. O halde ömür dediğin bir gündür, O da bugündür..

Benim ise bugün aklim havada, ne calismak istedi canim, ne müzik dinlemek ne de kitap okumak.
Bir ses duymak istedi canim, sadece bir ses.
sese ulasmak isteseydim belki cok rahat ulasirdim
gelen alelade, ruhsuz bir ses olacaksa, kalsin hic istemiyorum

o sesi cok olmus kaybedeli, bunu da artik kabullenmeli
Kaybetmek icin ne yaptim bir de onu bilebilsem
??????????????????????????????????????????????

yine unutmadim:)

Iyi ki dogdu
Iyi ki dogduuuuu,
Mutlu yillar onaaaaa

Mar 13, 2007

Karsilasamama

Aylar, yanlis oldu, yillar sonra Aline'i bugün tramway da gördüm ama ya beni görmedi, ya da gördü de hatirlamadi. Yanindaki kadina elindeki resimdeki insanlari anlatmaya calisiyordu ama kadinda öyle bir isteksiz ifade vardi ki bir baskasi acima - istek degil- duygusuyla ilgileniyormus gibi yapmak zorunda hissetti. Kalabaligi asip da Aline'e ulastigimda ise Aline inmeye hazirlaniyordu. Kafasini karistirmak istemedim, Belki bir gün yine görürüm onu...

Eskilerden - 4

KALBİM ELLERİNDE ELLERİN GÖZLERİMDE

“Benim adım Aline. Senin adın ne?
“……”
“Neden cevap vermiyorsun?”
“Bana mı sordun?”
“Evet. Sana bakıyorum ya.”
“Özür dilerim. Fark etmedim.”
“Neden?”
“Bilmiyorum. Galiba biraz dalgınım.”
“Neden?”
“Bir saat sonra bir sunum yapmam gerekiyor ve hiç bir hazırlık yapmadım. Ne anlatacağımı düşünüyorum.”
“Neden?”
“Hangisi için soruyorsun? Sunum yapmam mı? Hazırlanmamış olmam mı?”
“Galiba neden hazırlanmadığını merak ediyorum”

Aline ile fakülteye gitmek için beklediğim otobüs durağında tanışmıştım sabahlardan birinde. Aslında o kendini bana tanıtmış, sonra ben adımı söylediğimde de üzülerek çok zor demişti. Aslında adımı burada kimse doğru söyleyemiyor alfabelerinde olmayan seslerden dolayı. Ben de ısrarla doğru söylemediklerini tekrarlıyorum onlardan intikam alırcasına. Bana az mı çektirmişlerdi ilk geldiğim zamanlar birşeyler anlatmaya çalışıp da beceremediğimde. Neyse, o gün Aline’e ayrıcalık yapıp, bana istediği isimle hitap edebileceğini soyledim.

Durup dururken, sokak ortasında rastladığınız birisiyle tanışmış mıydınız daha önce? Ortak bir üçüncü kişi tarafından tanıştırılmadan ya da bir banka veya resmi dairede adınızı soyadınızla beraber söylemek zorunda olmadan kendinizi tanıttınız mı? Benim hatırladığım küçük bir çocukken mahallemize yeni gelen çocuklara gidip kendimi tanıttığım Aline’in yaptığı gibi. Büyüdükçe cesaretim ve insanlara güvenim azalmış olmalı ki artık kimselerin yanına böylesine doğal ve hesapsız yanaşamıyorum.

Ertesi gün yine aynı durakta karşılaştık Aline’le, günlerdir birbirimizi tanıyormuşcasına selamlaştık, sohbet ettik. Ve ondan sonraki gün, bir sonraki gün yine gördüm Aline’i. On dakikayı geçmeyen sohbetlerimizin herbirinde şaşıracak birşeyler buluyordum. Cep telefonu kullanabilmek, para hesabı yapabilmek, piyano çalabilmek, çalışmak, hem de çalıştığı yere tek başına gidip gelmek….. Birçok insanın yapabildiği basit işler olsa da bunlar, Aline çok uğraşarak ve çok uzun zamanda öğrenmiş. Yapabilmeyi hayal ettigi herşeyi planlamış, sıraya koymuş, sabretmiş.

Aline 22 yaşında. Aline Down sendromlu. Çalıştığı yer zihinsel özürlülerin sosyalleşmesine yardımcı olan bir kuruluş. Epsetera’nın el yapımı mumlar ve sabunlar satan bir mağazasında çalışıyor. Daha önce zarflara etiket yapıştırma bölümünde çalışmış ama orada kimseyle konuşamadığı için sıkılmış. Mağazayı çok seviyor çünkü çeşit çeşit, çiçek gibi kokan sabunları dizmek çok hoşuna gidiyor. Öğlen yemeğini mağazadaki arkadaşlarıyla yiyor sonra piyano hocasının evine gidiyor. Haftada iki akşam Down sendromlular ve onların aileleri için kurulmuş bir dernekte piyano çaliyor. Kendi müziği eşliğinde arkadaşlarının dans etmesi çok hoşuna gidiyor. Pazar sabahları kiliseye gidiyor, dua etmek için değil, konuşabileceği birilerini bulmak için. Ama gençlerin kiliseye gitmemesine üzülüyor, yaşlıların hastalıklarından şikayetlerini ya da anılarını dinlemekten sıkılmış. Ben onun asıl amacını anladım aslında. Aline dinlemek istemiyor, anlatmak istiyor; hayallerini, düşüncelerini, yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, yalnızlığını. Evet ya yalnızlığını.

“Aline, her gün değişik şeyler yapıyorsun. Hergün birçok insanlasın. Nasıl yalnız olabiliyorsun?”
“ O insanların çoğuyla Down sendromlu olduğumuz için bir aradayız.”
“ Ya onlar da olmasaydı?”
“Ama ben öyle oldukları için değil, onlarla zaman geçirmekten zevk aldığım için görüşmek isterdim.”
“Onlarla mutlu değil misin?”
“Bazen. Bazen de aynaya bakıyormuşum gibi hissediyorum.”
“…..”
“Iyi yönleri de var onları görmenin. Onlardan daha akıllı olduğumu anlıyorum. Bu da çok hoşuma gidiyor.”
“Tabii ya akıllısın. Hem yeteneklisin de. Ben ne piyano çalabiliyorum, ne de resim yapabiliyorum. En fazla yapabildiğim ıslık çalmak ve Cin Ali resimleri yapmak.”
“Cin Ali ne?”
Cin Ali’yi tarif etmeye çalışıyorum, şu bizim çöpten kolları bacakları olan çocuğu. Çok hoşuna gidiyor, kıkırdıyor ben anlattıkça. Sonra konu yine yalnızlığa dönüyor.
“Ben senin ya da başkasının hissettiği yalnızlığı milyon kat daha fazla hissediyorum.”
“Neden?”
“Canın sıkıldığında ne yaparsın tek başınaysan?”
“Kitap okurum”
“Ben uzun yazılar okuyamam, bir sayfadan sonrasını anlamıyorum. Başka?”
“Sinemaya giderim”
“Filmi seyrederken korktuğumda ya da çok güldüğümde kendimi kontrol edemeyince insanlar çok rahatsız olurlar. Bir de karanlık oluyor sinema salonları, korkuyorum. Başka?”
“Mağazaları gezerim, alışveriş yaparım.”
“Ben bilmediğim yerlere gidersem yolumu şaşırıyorum. Başka?”
“Ailemi, arkadaşlarımı ararım”
“Ailem beni unuttu galiba. Ben de onlari hatırlamıyorum. Arkadaşlarım da … biliyorsun işte.”
“……..”
Bu yalnızlığın nedeni belli değil mi? Hücrelerindeki 23 çift kromozom birleşmiş de 47inci nasıl bir başina kalmışsa Aline’de öyle yalnız.

Aline ile görüşmelerimiz otobüs beklemelerinin ötesine gitti. Önce yaşadığı yurda gittim, oradaki görevlilerle tanıştım. Onların güvenini kazanınca haftada bir akşam beraber birşeyler yapmaya başladık. Her seferinde onu yaşadığı yurttan alıp, dönüşte de görevlilere teslim ediyordum. Karanlıktan korktuğu için sadece bir kere sinemaya gidebildik. Bir kere de restorana gittik ama bir daha da istemedi. Diğer akşamları sevdiği bir parkta sohbet ederek geçirdik.

“Bileziğimi beğendin mi?”
“Evet, çok beğendim. Nereden aldın?”
“Almadım. Jacqueline’in bana hediyesi. En çok beni severdi, o nedenle bana verdi.”
“Neden ‘severdi’ dedin? Bir yere mi gitti?”
“Evet, bedeni toprağın altına, ruhu da gökyüzüne.”
“Ne zaman?”
“Dört ay önce. Onunla paylaşırdım odamı. Hasta olduğumda hemşireyi çağırırdı. Gece yorganımı örterdi. Öldüğünde ben yanındaydım. Uyumadan önce her zamanki gibi sohbet ediyorduk, sonra sustu. Ne konuştu ne de hareket etti.”
“Korkmadın mı? Ben olsam korkardım.”
“Hayır, ama toprağa gömdüklerinde çok üzüldüm. Bir daha göremeyeceğimi anladım. Sen hiç gördün mü?”
“Ölü birisini mi? Hayır.”
“Çok değişik oluyor.”
“Ne değişik oluyor?”
“Ölüüü. Önce öldüğünü anlamamıştım. Uyudu zannetmiştim, ama gözleri açıktı. Seslendim, cevap vermedi. Elini tuttum, çok soğuktu. Tırnakları da….”
“Aline yeter, anlatma. Kötü oluyorum”
Aline benim bilmediğim birşeyi bilmenin gururuyla mutlu oluyor……

Bir sabah durağa gittiğimde Aline yoktu. Endişeyle çevreme bakarken hızlı adımlarla yaklaştığını gördüm. Yüzünde daha önce hiç görmediğim bir gülümseme… Yok yok, ne gülümsemesi, ağzı kulaklarında….
“Aline ne oldu? Loto da altı mı tutturdun? Bak öyleyse ben de kendi payımı isterim. Beraber oynamıştık.”
“Hayır. Daha önemli birşey oldu. Hem de daha güzel.”
”Basel’de piyano konserinde çalman için çağırdılar seni en sonunda.”
”Bilemedin.”
”Söylesene Aline. Bak otobüs gelecek şimdi. Sonra da bütün gün bunu düşünüp dersleri dinleyemeyeceğim senin yüzünden.”
“Tamam, tamam. Ben aşık oldum.”
“Ne zaman? Kime? Nasıl? Nerede? Anlatsana.”
“Çok soru sordun aklım karıştı. Neyi sormuştun?”
“Haklısın. Sonra detayları anlatırsın da, aşık olduğunu nereden biliyorsun onu söyle.”
“Hiç böyle hissetmemiştim.”
“Nasıl yani?”
“David’le dün tanıştım. Yurda yeni geldi. Mağazada da beraber çalışacağız bir ay sonra.”
“Tamam, o detaylara sonra döneriz dedik ya. Aşık olduğunu nasıl anladın?”
“David’i ilk gördüğümde kalbim bir garip oldu. Sanki böyle kalbimde bir kraliçe termit dolaşmaya başladı. O da çok heyecanlandı.”
”Termit ne Aline? Aşkla ne alakası var?”
“Geçenlerde bir belgesel seyretmistim, o zaman öğrendim. Karıncaya benziyor ama karınca değil. Işte David’i ilk gördüğümde küçücük, böcek gibi bir şey kalbimde dolaşıyor, gıdıklıyor sandım.”
“Bizim oralarda heyecanlanınca ‘kalbimde kelebekler uçuşuyor sanki’ derler. Onun gibi bir şey galiba. Hem niye normali değil de kraliçe böcek?”
“Kelebeklerin ömrü çok kısa olurmuş. Ben o kadar kısa sürsün istemiyorum. Termitler ortalama 15 yıl yaşarmış, kraliçe de 50 yıl, biliyor musun?”
“Hayır Aline, bunu da bilmiyorum.” Gülüyor gözlerinde sadece benim görebildiğim ışıltılarla.
“Yakışıklı mı?” Daha çok gülüyor…..

David de Epsetera’da çalışmaya başladı. Bütün gün mumları, sabunları kalp şeklinde yerleştirmelerinden mağaza müdürü sıkılmış olmalı ki David’i oyuncak reyonuna göndermiş iki gün sonra. Ama onlar üzülmemişler, aksine ‘özleyebildikleri’ birisi olduğu için mutlu olup, daha çok aşık olmuşlar birbirlerine.

“Pantalonuna ne oldu? Seni ilk defa etekle görüyorum, özel birşey mi var?”
“Bugün 14 Şubat.”
“Eee, n’olmuş?”
“Ama bugün sevgililer günü. David’le ilk sevgililer günümüzü kutlayacağız.”
“Tabii ya, sevgilin varsa güzel bir gün.” Kıskanmışım gibi yapıyorum. Yoksa gerçekten de kıskanıyor muyum!!
Yüzü kızararak kulağıma fısıldıyor “Belki bugün öpüşürüz.”

Aline’le akşam gezmelerimiz önce azaldı, sonra bitti. David’le akşamları patlamış mısır yiyerek belgesel seyretmeyi, parlak çikolata kağıtlarından yüzükler, kalpler yapmayi tercih ettiğini söylememe gerek yok galiba.

Otobüsü de artık tek başıma bekliyorum dudaklarımda Aline’in bestelediği bir şarkıyla. “…beni görmesen de kalbim her zaman ellerinde olacak, senin ellerin de benim gözlerimde. Gözlerim sıcaklığını hissettikçe kalbim mutlu olacak……”

Mar 9, 2007

A B C


Bir arkadasimin Turkiye de egitim uzerine yazdigi yazi sonrasinda buradaki egitimi anlatmak istedim. Anlatacaklarim buradaki sistemin cok iyi oldugunu dusunmemden degil, sadece olumlu farklari anlatayim dedim. Bana hala ters gelen yonleri de var ozellikle besinci sinif sonrasi ama eger daha uzun yillar Turkiye'ye donmeyeceksek buradaki egitimi tercih ediyorum. Doneceksek, ozel okullardan uzak durup, ileride yurt disinda yaz okullarina gitmelerini saglamayi, universite sinav sistemi degismezse kizlarimin zamaninda ve universitede okumayi isterlerse o zaman bir cozum buluruz diyorum.

Dicle ilkokul bire gidiyor, devlet okulunda. Derslerin icerigi oldukca hafif kaliyor Turkiye'dekilerle kiyaslaninca. Okuma bayraminda herkes okumus olmali stresi yok. Hersey agirdan aliniyor. Mart ayindayiz, Dicle henuz herseyi okuyabiliyor degil. Ama bu ne beni ne de ogretmenini, en onemlisi de kendisini hic rahatsiz etmiyor. Matematikte dört isleme gecmis degiller, cünkü matematik sadece sayilar, islem yapabilme vs degil, mantik olarak ogretiliyor cocuklara. Ayrica haftada bir saat almanca dersleri var, sarkilarla ogreniyorlar. sosyal bilgiler ve cevre dersinde pet siseleri neden normal cope atmamaliyizi, yediklerimizin nasil proses edildigini hikayelerle akillarinda tutuyorlar. Karnede not yok. Not sanirim 3. sinifta basliyor. Ogrenci kendisini once degerlendiriyor renklerle, sonra ogretmeni. Anlasmazlik oldugunda medenice konusuyorlar henuz araya anne-baba girmeden. Davranis notu vardi galiba bizim karnelerimizde, sag tarafta. burada da var ama listenin ilk basinda ve cok onem veriliyor. Saygili, kendine guvenen, bilincli insanlar olmalari okumayi, yazmayi ogrenmesinden daha onemli.

Cenevrede cok cesitli milliyetten insanlar var. Ogrencilere ana dillerinin onemi anlatiliyor ve evde ana dilinin konusulmasinin cok onemli oldugu soyleniyor. Degisik dil ve kulturleri kabullenip, onlara saygi duymak gerektigi anlatiliyor. Bunu da pratikte uygulamak icin ayda bir dil seciliyor. Ispanyolca, Italyanca, Portekizce, Arapca...... her birinden birer basit sarkiyi, renkleri, sayilari ogreniyorlar. Ayda bir annelerden birisi sinifta yemek tarifi, masal ya da ulkeyle ilgili herhangi bir sey anlatiyor.

Diclenin en yakin arkadaslarindan birisi inatla fransizca konusmayi reddeden Ai adinda bir japon kiz. Ai fransizca ogrenecegine Dicle'ye japonca ogretiyor :). Ai'in annesi gecenlerde sinifta sushi yapmis. Benim kiz zaten karidesinden ahtapotuna butun deniz urunlerine bayildigi icin aksam evde ballandira ballandira yedigi sushileri anlatiyordu.

Ben de sushi yi severim, ozellikle hava guzel oldugunda gol kenarinda. Aliyorum karisim menuyu, nigiri, hosomaki, california, alaska, uzerine zencefil, soya sosusu, bir de karsimda kugular....














Mar 6, 2007

sundan bundan...

Dün Payot'da daha önce de gördügüm ama inatla almadigim bir kitaba tekrar göz attim. "1001 movies you must see before you die". Bu kitabi almayisimin üc nedeni var. 1. Bütün o filmleri görmek icin yeterince uzun ömrüm olmazsa ve hirs yaparsam bosubosuna kendimi paralamis olurum 2. Listedeki filmlerin hepsinin seyretmeye deger oldugunun garantisini kim veriyor 3. Bazi filmleri tekrar tekrar seyretmeyi seven ben (sonunu bilip basindan yeniden bazi detaylari fark ederek seyretmek icin) zaman konusunda iyice sansimi zorlamis olurum ki benim gibi rahat birisi icin zorlama kelimesi cok gereksiz.

2 nolu nedeni destekleyen örneklemem su olacak. Die Hard in o listede olmasi (aksiyon filmlerini de severim aslinda) ve Mediterraneo veya Full Monty'nin olmamasi

Bu aksam televizyonda "Being There" i ikinci kez seyretme sansimiz oldu. Sosyal, politik ya da psikolojik derinligi olan filmleri de bazen derinligi düsünmeden seyretmek de güzel oluyormus....

Bu arada Payot'dan elim bos cikmadim. Evdeki kitaplar bitsin, bir dönem Türkce kitaplara döneyim desem de iki kitap aldim. Birisi The Memory Keeper's Daughter. Edebi yanini su anda bilemiyorum ama konu ilgimi cekmisti secerken.

Yayinevlerinin en cok satan listelerinden kitap secmeyi sevmiyorum. Yurt disinda olunca da yeni cikan okumaya deger kitaplardan (Türk yazarlar) habersiz kaliyorum. Buna bir cözüm bulmali...

Mar 5, 2007

pismanim:)

Ailecek kayaktan oldukca yorgun donmustuk, pazar aksamina has ortaligi toparlama telasina dusmustum yorgunlugu da yanimda sürükleyerek. Ama birden hatirladim, cumartesi günü sac boyasi almistim. Bu aralar üc dört haftada bir sacimi boyuyorum da gecici boyalarla istedigim tonu bulana kadar.

Isi gücü birakip hemen sacimi boyadim ama saate bakmadigim icin gerekenden uzun kaldi sanirim boya sacimda. kutusuna baktigimda "iste tam istedigim mor" demistim ama simdi esim "karadir saaaaclaaariiiiin...." diye bir seyler söylüyor. Sanirim günde 3 kez yikamayla 9 günde bu renkten kurtulurum. "Otoyol kenarinda yanan atesler" de ki kara sacli kiz aklima geldi alakasiz bir sekilde.

eskiden takardim, kuaför sacimi istedigimden degisik kestiginde ya da terzi pantolon boyunu kisa yaptiginda. ama artik öyle takintilarim yok, bir cok sey cok basit geliyor artik. matrixlestim sanki.

insanlarla iliskilerde de böyleyim artik. Eskiden mücadele ederdim ama simdilerde "sen bilirsin"ci oldum. Ama bu "sen bilirsin" in arkasinda "sen görürsün" yok, öfke yok, kin yok. O iki kelime ne anlama geliyorsa o anlamiyla yasiyorum. Baskalarinin(kim olursa olsun) yaptiklarini, düsündüklerini, tercihlerini -sonucu beni +/- etkilese de, etkilemese de - sorgusuz kabulleniyorum. hani bu gayet olgun, saygi duyma davranisi gibi görünebilir ama itiraf edeyim mi, sadece ve sadece umursamiyorum.

bir sey daha itiraf edeyim, dün ay tutulmasini görememis olmak daha etkileyici. Bu aralar gördügüm rüyalar sanki ay tutulmasindan sonra bir seyler olacakmis gibi düsündürmüstü beni. Loto falan oynayayim demistim.
Sahi, aranizda ay tutulmasini seyredebilen oldu mu?


Mar 4, 2007

nereden nereye


Ne zaman televizyonda buz pateni yapanlari gorsem cocuklugumun , ilk genclik yillarimin seyrettigim programlarindan buz dansi görüntülerini hatirlarim. Katarina Witt, Ekaterina Gordeeva and Sergei Grinkov.... Hayalimde onlardan biri olmak vardi, muzik, dans, estetik, spor, heyecan... simdi pistteyken patenlerin üstünde durabildigime sükrediyorum:)
Turkiye de bir program varmis (varmis diyorum cunku gormedim, gazetelerden okudum), buzla dans mi ne, ayni tarihlerde bir de avrupa artistik buz pateni yarismasi. Popüler kültürün yüksek oldugu ülkemde tabii ki birincisi daha cok ilgi görmüstür.
Bir süre icin de doktor olsam "Médecins Sans Frontières " ya da kizil hac gibi bir organizasyona katilsam diyordum. Fen bölümüne yeteneksizligimden o hayalimde gerceklesmedi.
Bir de insaat mühendisi olmaya heveslenmistim, ama sonra ailede yeterince insaat isinde olan var, ben eksik kalayim demistim.
Okudugum bölümü cok ama gercekten cok deger verdigim birisi bana uygun görmüstü benim aklim havada dans ediyorken. Bana uygun görmekte hakliydi da, ben dogru karari vermis miydim acaba.
bunu ara ara sorgularim, bir türlü de cevabi bulamam. ya da isime geldiginde bulurum da gelmediginde bulmam...
canim sigara istiyor...
konuyla alakasi yok ama soyle bir saptamam da var;
raki ve sarap tek basina olmuyor ama viski, votka, cin cogul olmadan da oluyor. O zaman tekil ve cogul özneye göre nesne ve yüklem belirleniyor.
bir de gizli özne var, o da konumuzun disinda......

Mar 3, 2007

üc kitap... üc muzik... ve tesadüfler...

Herkesin oldugu gibi benim de okudugum kitaplar mekana ve zamana gore degisiyor. Ise gidip gelirken okudugum kitap yollarda biter, evde okudugum ise evde.

Bu haftanin basinda da iki kitaba basladim, birisi tramway icin, Francoise Sagan'in "avec mon meilleur souvenir" i. Ucuncu duragi gectigimde okudugum satirlari kafamda canlandirmaya calisiyorum, ayni anda da muzik dinliyorum, aaaa Billie Holiday'in anlatildigi sayfalarda onun sesi, tüylerim diken diken oldu. Sanki kadin karsimda... Uzun bir sure etkisinden cikamadim, ozellikle de Holiday'in sonunu onu taniyan birisinin satirlarinda okuduktan sonra.

Carsamba aksami uzun bir aradan sonra spor salonuna gittim, yanimdaki bisiklette bir kadin hem kitabin sayfalarini ceviriyor, hem de pedallari. Merak ettim ne okuyor diye, Marcel Proust'un " à la recherche du temps perdu" adli kitabi. hangi bölüm, onu iste goremedim. Ben yapamam dedim, Proust'u bu kadar hareketli bir ortamda okuyamam. O sahnede aslinda dusundugum yine Francoise Sagan oldu. Sagan Prensesi degil miydi o.

Spordan geldigimde aksam 9 oluyor. O saatte gunun yorgunluguyla sporunki birlesince yerimden kalkamamam gerekir ama spor bende ters tepki yapiyor. Daha cok enerji doluyor bedenime. Normalde gunun en ozledigim ani aksam cayini esimle ictigim an, ama iste spor sonrasi o caydan da bir sey anlamiyorum. Evin icinde dönüp duruyorum. En iyisi sporu sabah yapmak da, ona vakit yok iste. Hava düzelirse nehir kenarinda sabah kosusu güzel olur.

Gunler geciyor, kitaplari okuyorum, muzik dinliyorum, ise gidiyorum geliyorum. Haftayi bitirmek uzereyim. Kendime odul olarak yeni kitap ve cdler almaya karar veriyorum. Bir de ispanyolca ogrenme setini unutmamali... Maasi da yeni aldim ya, hakkini vermeli....

Sonunda cuma oldu, oglen city disc'e gittim. Jazz reyonunda kendimden gecmisken calan muzik dikkatimi cekti, tanrim Billi beni heryerde takip ediyor, bilmeden ruhunu mu cagirdim derken, Billie'nin o sarkisini hic dinlemedigimi fark ettim. Yanilmisim, Alain (city disc deki danismanim) bana cd yi getirdi. Burada detaya girmeme gerek yok, ama sarkicinin adini gorunce Alain'in de anlamadigi bir nedenle guldum. tesadufler... tesadufler:))

Tramway kitabi bitti, hem de ne bitis, son sayfalar "sounds of silence"la kapandi. Bu bana ilahi bir isaret mi. Simon &Garfunkel'e ilham veren Bonjour tristess i tekrar mi okumaliyim.... Bu haftaki kitap ve müzik baglantilari düsünme sistemimi bozdu galiba.



Calisan ben, bes günü bitirdi iste. Yarin haftasonu, anne ve es olan ben ön plana cikacak- calismanin en guzel yani haftasonunun degerini anlamak sanirim.



Bir de ben olan ben var, o da oralarda buralarda biraz sonra "les tremblements interieurs" e baslayacak. bu kitap nedense beni korkutuyor, kac gündür elime alip alip birakiyorum, bakalim ne cikacak icinden...



Yok yok, bu aksam da baslamiyorum kitaba, canim istemiyor, sadece müzik dinlemek istiyorum..


These foolish games you keep playing
Might work with somebody else
But I could have told you
Right from the start
No man is man enough
To break my heart
Orada bir blog var uzakta, o blog benim blogumdur....