May 23, 2007

à Paris


Bir süredir yazmayisimin bircok nedeni olabilirdi ama sadece iki nedencik var. Birincisi icimden yazmak gelmedi ve hatta blogu kapatmayi da düsündüm, bunun da nedeni vardir tabii ama ben konuyu saptirmak istemiyorum. Ikinci neden ise uzun bir haftasonu tatili yapmis olmamiz. Bu sefer arabaya atlayip en cok sevdigim ikinci sehir Parise gittik. Parise ilk gittigimde 25 yasindaydim. Sonuncuda ise 36. Ara seferleri saymiyorum, herseyin ilki ozeldir ya, ben de sonuncu geziyi ilkiyle kiyasladim. Paris hep güzel, hep büyülü... Ya da ben cok sevdigim icin cirkin taraflarini görmüyorum.

11 yildaki en belirgin fark güvenlikciler ve dilencilerin sayisi. Bu iki gurup her an heryerde olabilirler. Dilenciler ellerinde bir kagit parcasi yanasiyorlar "do you speak english", kagitta ise "I am from Bosnia....". Turistik yerlerde yogunlasmislar dogal olarak. Her ne kadar turist turist dolasmayi sevmesek de bu sefer kizlara rehberlik yaptik. Onlar da yürüme ve metroyla gezmede yaslarindan büyük performans sergilediler. Bazi tespitleri yazmadan gecemiyorum:

-Kizlar, özellikle Berfin cok güzel fotolar cekti, bir sanatci tarafindan da onaylanan sanatci yaklasimi var. (övünüyorum iste n'olcak)

-Fransa'nin en ünlü hapishanesi La Conciergerie ve Marie Antoinette'in hikayesi kizlara cok ilginc geldi. Cenevreye döndügümüzde ilk is internetten Marie Antoinette'in resmini bulmak oldu, hücrede Marie Antoinette arkasi dönük durdugu ucun kizlar yüzünü, bir de isledigi sucu merak ediyorlardi.


-Istanbulda Aya Sofya'nin üzerimdeki meditasyon etkisini Paris'te de Sacré Coeur de yasiyorum. Acaba daha önceki yasamlarimdan birinde rahibe falan miydim, arastirmali










-Hernekadar alisveris olayi beni baysa da Virgin Megastore'da gecirdigim saatler cok verimliydi:)

-Alisveris demisken onemli bir mesele aklima geldi; dolasilamayacak kadar yagan yagmurdan kacip bir magazaya girdigimizde sokakta da farkettigim bir sey ciddi boyutlara ulasti.Bayanlara sesleniyorum: Dünya nüfusunda kadinlarin erkeklere oranla fazla olusunu (özellikle yeni nesilde bu oran cok yüksek), ve olan erkeklerin bir kisminin da tercihini hemcinslerinden yana kullandiklarini göz önüne alirsak sevgililerinizin, kocalarinizin degerini bilin derim:). Ozellikle erkek reyonlarindaki musteri danismanlari (bildigimiz tezgahtar yani) hem cok yakisikli hem de gay di. Onlara karsi degilim ama doganin dengesini bozuyorlar iste.

-Yaz modasi bayanlar icin oldukca feminen olsa da sokaktaki bayanlar erkeksi giyinmeyi tercih ediyor. Bunu da anlayamiyorum, ve de ben belki de geri kafaliyim, ama kadin kadinligini erkek erkekligini bilsin derim, baska bir sey demem.

-Kizlara Disneyland sürprizi yaptik ve gelmisken Auberge de Cendrillon da yemegimizi yiyelim, kizlarin hosuna gider prenslerin prenseslerin ortalikta dolasmasi dedik ama, kizlar cool takilip, prenseslerin pesinden diger cocuklar gibi kosturmak yerine, "istiyorlarsa masamiza gelsinler, bizimle fotograf cektirsinler" diyip, prensesler ortaliktan cekilince onlarin tahtinda hertürlü prenses karizmasini yok edici hareketlerde bulununca restoranin fotografcisinin saclari diken diken oldu

-Bir sonraki yasamimda Disneyland karakterlerinden biri olmaya karar verdim. Bütün gün boyunca milleti eglendirip, ortalikta boy göstermek güzel bir sey olmali. Performans degerlendirmeleri kac cocuga imza verildi, kaci sarildi, kaci korktu üzerinden mi oluyor acaba. Ya da, "su Cendrillon var ya, nasil hirsli bilemezsin, hem Prince Charmantla gezip tozuyor hem de Uyuyan Güzelin uyumasini firsat bilip onun prensiyle gizli gizli bulusuyor, kulis yapiyor aklinca" gibi dedikodular oluyor mudur.

-Paris benim gibi romantizm özürlü birisini bile gecici olarak romantik yapabiliyor, özellikle Arc de Triomphe'un tepesinde, tanrim ne güzel bir duygu öyle, gece saatlerce kalabilirim orada, ama mümkün mü. Tam sevgilime sarilmisim, biri kolumdan cekiyor "annneeee cisim geldiiii", öbürü sevgilimin tepesinde "eiffel i yakindan görebilir miyiz babaaa".

-Washington sokagindaki otelde kalip, ilk aksam cin restorantinda, ikinci aksam Léon de Bruxelles de, bir oglen yemegini dönercide yiyince "neredeyim ben" oldum ama yapacak bir sey yok, restoranlari kizlar secti. Iste bunlar benim minik gourmet lerim.








2 comments:

Saba Gamze said...

Ben ise 26 yaşındaydım. Öğrenciydim ama part-time işten kazandığım kısıtlı para ile gitmiştim, bu yüzden de Virgin Megastore'dan yutkunarak çıkmıştım. Belki bunu okuyanlar çok mu önemli sanki diyecekler, benim için önemli tamam mı. Valizlerim kaybolduğu için ilk alışverişimi çiçekli iç çamaşırı alarak gerçekleştirmiştim. Yıllar sonra iş hayatındayken tekrar Paris'e gitmek nasip olmuştu (cebimde iyi harçlıkla hem de)ama bu sefer de oteldeki rezevasyon karışıklığı yüzünden ortada kalmıştık. Yani şu Paris'i karışıklık olmadan yaşayamadım ama yine de bu kadar aksiliğe rağmen şehrin büyüsü herşeyi unutturmuştu. Şimdi bugün, İstanbul'da, Salacak'tan Sarayburnu'na doğru baktığımda dünyadaki hiçbir şehrin böyle bir büyüsü olamaz diyorum kendi kendime. Bir şehre ait olduğunu hissetmek güzel birşey sanırım. Tüm dünya şehirlerini arşınlayayım, 7 denizi göreyim ama hep bu şehre döneyim ben.

Unknown said...

yaaaaa neden ben bu guzelim resimlerin uzerine tikladigimda acilmiyo:(((

Orada bir blog var uzakta, o blog benim blogumdur....